Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son grup toplantısında yaptığı konuşmada yatırımları yeşerten ve bereketlendiren iklimi tesis etmenin, ekonomik büyümeyi, kalkınmayı, refahı ve istikrarı sağlamanın en önemli yollarından birinin hukuk devleti ilkesi olduğunu söyledi.
Daha da önemlisi bu konuda somut adımlar
atacaklarını çok net bir şekilde ifade etti: “Önümüzdeki aylarda hukuk
devleti ilkesini güçlendirme, öngörülebilir, kolay erişilebilen, hızlı ve etkin
işleyen yargı sistemi konusunda yeni adımlar atacağız.”
Bu ifadeler herhangi bir soru işaretine
mahal bırakmayacak kadar açık ve net. Türkiye’nin ekonomiden dış politikaya,
hukuktan sağlığa kadar her alanda sıkıştığı ve adeta nefes alamaz hale geldiği
bir dönemde, böylesine bir çıkışı son derece anlamlı bulduğumu belirtmem
gerekiyor. Ancak bu açıklamaların toplumda gerçekten bir karşılık bulup
bulmayacağı konusunda çok emin değilim.
Çünkü ülkenin şu anda içinde
bulunduğu sıkıntılı tablo kendiliğinden oluşmadı, sonuçta tüm yetkilerin
toplandığı icranın başında bir cumhurbaşkanı var ve doğal olarak ondan habersiz
en küçük bir icraatın bile gerçekleşmesi mümkün değil. Dolayısıyla halen içinde
bulunduğumuz ekonomik krizin tek sorumlusunun Berat Albayrak olduğu şeklindeki
bir yaklaşım inandırıcı olmayacaktır.
Ancak her şeye rağmen Erdoğan’ın verdiği
bu güçlü yeni dönem sinyali önemlidir ve ayrıca bundan sonraki süreçte takip
edilmeye değer niteliktedir. Konuşmasının satır aralarını dikkatle okuduğumuzda
görüyoruz ki, cumhurbaşkanı aslında bir bakıma ekonomideki kötü gidişatı itiraf
ediyor ve hukuk devleti temelinde yepyeni bir dönem vaadinde bulunuyor. Zaten
Berat Albayrak da “Allah sonumuzu hayreylesin” derken ülkenin
yönetilemez halde olduğunu, ekonominin kötü durumda olduğunu bütün dünyaya
açıkça ilan etmişti.
Ama her şeyden önce Erdoğan’ın bu yeni
vaadini dikkate almak zorundayız, çünkü Türkiye ekonomik anlamda çok tehlikeli
bir noktaya gidiyor. Uçuruma doğru gidişi durmanın tek yolu, uluslararası
piyasalar dahil dünyada Türkiye ile ilgili oluşan negatif algıyı pozitife
çevirmektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da konuşmasında vurguladığı gibi güveni
sağlamanın yolu da hukuk devleti temelinde şeffaf, hesap verebilir bir yönetim
anlayışını bütün dünyaya göstermekten geçiyor.
Konuşma güzel, yerli ve yabancı yatırımcıyı
cezbedecek hukuk devleti vaadine de elbette kimsenin bir itirazı olamaz. Peki
bu nasıl gerçekleşecek?
İşte meselenin en zor kısmı da
burası... Çünkü özellikle son beş yılda yaşanan hukuksuzluklar, adalete olan
güvensizlik, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü konusundaki fukaralığımız
ortada. Dolayısıyla bu kötü gidişatı tersine çevirebilmek için sadece bir takım
hukuki söylemleri dillendirmek yeterli olmayacaktır. Zira özellikle yabancı
yatırımcı, seçmenleri motive etmede etkili olan parlak söylemlere değil, somut
hukuki adımlara itibar ediyor.
Umarız önceki gün cumhurbaşkanının, dün
Adalet bakanı Abdülhamit Gül’ün söyledikleri bu somut adımların işaretidir.
Yargının birilerinin söylediğine değil, dosyaya, vicdana, hukuka anayasaya
bakması gerektiğini belirten Gül diyor ki: “Anayasa Mahkemesi bir karar
verip, ‘Mahkeme buna uyar mı uymaz mı’ gibi bir öngörülebilirliğin
olmadığı bir yerde yatırımda hukuk öngörülebilirliğinden bahsetmek mümkün
değil.” Demek ki hukukun üstünlüğünü savunmak, iktidara iliştirilmiş
medyanın her gün dilleri şişene kadar tekrarladığı gibi “dış güçler”in
ajanı olmak demek değilmiş...
Eğer bu söylenenlerin bir inandırıcılığı
olması isteniyorsa hukuk, özgürlük, demokrasi gibi kavramların Türkiye’nin
önünü kesmek için ‘dış güçler’ tarafından icat edildiği masallarını bir tarafa
bırakarak somut adımlar atmak gerekiyor.
Bunun için yol bellidir... Eğer yargı
üzerindeki siyasi etkiyi kaldıramazsak, hukuk devleti olamayız.
Eğer herkes için bağlayıcı olan Anayasa
Mahkemesi kararlarını tanımayarak anayasa suçu işleyen alt mahkemelere siyasi
koruyuculuk sağlamayı sürdürürsek, kimse bu ülkeye hukuk devleti muamelesi
yapmaz.
Eğer gazetecileri, siyasetçileri,
aktivistleri, sivil toplum temsilcilerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
kararlarına rağmen, cezaevinde tutmak için kanıtsız iddianameler icat etmeye
devam edersek, hiçbir yatırımcıyı hukuk devleti olduğumuza inandıramayız.
Eğer hiçbir yargı kararı olmadan halkın
iradesiyle seçilen belediye başkanlarını görevden alıp kayyım atamaya devam
edersek, hukuk devleti söylemlerimizin bir inandırıcılığı olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.