Yargı süreçlerinin normalleştirilmesi, “hukuka dönüş” talepleri ve bu yolda hükümetin de sürpriz bir şekilde -ülkeye yabancı sermaye girişini sağlamak için yurtdışı piyasalara güven vermek adına- ortaya koyduğu taahhütler üzerinden süren tartışmaya Bülent Arınç’ın müdahalesi -elbette kendi arzusunun hilafına- asıl meseleyi gölgeleyecek yeni bir tartışma başlatmış görünüyor. İki gündür olaylar değil, kişiler tartışılıyor. Kişiler üzerinden ideolojik tutumlar masaya yatırılıyor.
Bu tartışmanın yeniden kendi rayına
oturtulması gerekiyor. Tabii sorunun çözümü iyi niyetle ve içtenlikle
isteniyorsa…
Türkiye’nin en önemli problemi
hukuk, çünkü her şeyin başı hukuk. Kötü yönetimin de ekonomideki bozulmanın da
temelinde hukuk sistemimizin aldığı yaralar var.
Türkiye’deki hukuk probleminin ne
olduğu belli. Kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması sonucunda yargı
düzeninin siyasallaşması… Siyasi iktidara bağlı bir yargı mekanizmasının
devreye girmesi… Yerel mahkemelerin ülkedeki en yüksek yargı mercii ve nihai hüküm
makamı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımaması ve bu yolda siyasi
iktidardan destek ve teşvik görmeleri… “Kanun önünde
eşitlik” ilkesinin fiilen uygulamadan kaldırılması… Yargı kararlarının
öngörülebilirliğinin kaybolması…
***
Yargının siyasallaşmasının sembolü olan
bazı isimler ve hadiseler var bir de. Haklarında “her ne olursa olsun
hapishaneden çıkartılmamaları” yolunda özel talimat verilmiş olduğu düşünülen
kişiler var. Bunlardan biri için bir mahkemeden beraat ve tahliye kararı
çıkarsa anında başka bir mahkeme başka bir dosyadan -bazen de aynı dosyadan-
tutuklama kararı çıkartıyor.
Bu “kişiselleştirilmiş yargı” süreci
toplumdaki adalet duygusunu kanatıyor. Hukuka güveni ortadan kaldırıyor.
Hükümetin hesaba kattığı tek sakınca olarak, ülkemizi yabancı yatırımcılar
nezdinde güvensiz ve öngörülemez hale getiriyor.
Burada adaletsizliğin ve hukuksuzluğun
mağdurunun kimliği önemli mi? Elbette değil. Bu noktada adaleti -veya hükümetin
bugünlerde ortaya attığı adıyla hukuk reformunu- belirli kişiler için mi
isteyeceğiz? Tabii ki hayır. Ama maalesef Bülent Arınç’ın tv mülakatından
yansıyan sözlerinin başlattığı tartışma bunun tam aksi yönünde cereyan etmekte.
Arınç’ın Selahattin Demirtaş’ın kitaplarını beğendiğini söylemesi, bu kitapları
okuyarak Kürt sorununun vahametini daha iyi anladığını ifade etmesi meseleyi
bambaşka bir yere taşıdı.
***
Şimdi HDP’nin terörle mesafesi
tartışılıyor, hukukun üstünlüğü değil.
PKK’nın cinayetlerine kurban giden masum
siviller ve asker-polis şehitlerimiz gündeme geliyor yargının siyasallaşması
eleştirilerinin karşısına.
Kuvvetler ayrılığının ortadan
kaldırılmasına yönelik şikâyet ve itirazları topyekûn Kürt sorunu ve terör
tartışması susturuyor. Demirtaş’ın kitaplarının içeriği konuşuluyor asıl
konuşulması gereken sistemik sorunlar yerine. Sonuçta mesele sanki Demirtaş
meselesiymiş gibi anlaşılıyor toplumun hiç değilse bir bölümünde.
Oysa kişilerden ve hatta mahkeme
dosyalarından bağımsız olarak ifade edilmesi ve teşrih masasına serilmesi
gereken bu sorunu kişiselleştirmek sistemin bir kişiye bağlılığı anlamında
kişiselleştirilmesi kadar tehlikeli.
Onun için samimi niyet sahiplerinin bu
tartışmayı yeniden rayına sokacak şekilde bir dil ve üslup takınmaları lazım.
Değerleri, normları, hakları yani hukuku savunmak ve bundan kimin
yararlanacağına kimin zarar göreceğine bakmadan bunu yapmak zorundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.