Laura M. George özetlemek gerekirse şu tespitte bulunmuş:
"Katolik
kilisesi güç sahibi olduktan sonra, yaptığı ilk icraat, İsa'nın ölümünü
resmileştirmekti. İsa'yı yücelterek tanrıya denk göstermiş, belirlediği bazı
kriterler ile kimlerin gerçek Hristiyan olduğunu kendi kabul ettikleri
İncillere yerleştirerek bu dini şekillendirmişlerdir."
Aslında yaptıkları
İsa ya da Hristiyanlık temellerini güçlendirmek değil, aksine, yönetecekleri toplumu
bağlayıcı kriterleri oluşturarak kendi güçlerini otoriterleşmeleriydi ve
onların tek yaptığı, kendilerini güçlü kılmaktı. İsa adına konuştular, İsa
adına söylediler, İsa adına yazdılar ama onların söylediği hiç bir şeyi İsa
söylemedi.
Peki ne yaptı bu
kilise?
Tam olarak şunu
yaptı:
Hakkında çok az
şey bilinen ve politik söylemlerinden dolayı idam edilen bir adamın (sadece
siyasi suçlular çarmıhta öldürülürdü) hikayesinin yarattığı etkiyi kullanarak
dinleştirdiler. Vaktiyle Kudüs'de Ferisi mezhebinin Roma işgalindeki tutumunu
eleştirip, Yahudi halkına karşı takındıkları tavrı eleştiren ve mabetlere
girerek onlara karşı duran bir adamın hikayesi. Ferisi mezhebi bu adamın
söylemlerini kendi sistemi için tehdit olarak görüp Roma valisine İsa'yı
öldürtür. Aslında İsa denilen karakter kendisinin Tanrı olduğunu dahi söylemez.
Hatta Yahudi Tanrısı'na karşı da değildir ve bilakis, Yahudi olduğunu da söyler
ve İsa'nın savunduğu temel değerler, Yahudi inancının ta kendisiydi ve o inancı
sarsan, menfaati için kullanan, "beyaz mezar" dediği Ferisi
rahiplerini eleştirmekti.
İsa öldürüldükten
yaklaşık 70 yıl sonra onun vaazları dilden dile dolaşır, bazı şairler onu ilahi
bir dile çevirir ve bir dede korkut masalı gibi hikayeleşir Yahudiler arasında.
325 yılına kadar her tarafta birden yüzlerce yazılı metin peydah olur. Roma
buna bir önlem almak için bu hikayeleri tek kitap altında sunmaya karar verir.
Halkın geneli bu inancı benimsediği için de, Roma da o halkı yönetebilmek için
inancının adını değiştirir. İznik
Konsülü'nde birbirini doğrulayan Dört İncil esas olarak kabul edilir ve
Katolik kilisesi bu incilerin yazılımında etkin rol oynamıştır. Tabi ilk dönem
Katolik kilisesinin İncil misyonunu belirleyen kişi Pavlus adında Ferisi olan
ve Roma vatandaşı birisidir. Aslen İsa karşıtı olan bu zat, "İsa bana
göründü, onun misyonu artık bendedir" diyerek bölgede bambaşka bir
Hristiyanlık modeli yaratır ve Ruhban sınıfını tehdit eden İsa öğretisini
saptırır.
Müslümanların 1400
yıldır "İncil tahrif oldu" deyip de arkasını getiremedikleri
gerçek de budur. Aslında haklılar. İncil tahrif oldu... Çünkü İncil bir kitap
değildi. İsa'nın kendi ağzından çıkan sözleriydi, Hıristiyan cemiyeti şimdi o
söze müjde ya da sevinçli haber der. O sevinçli haberi iletene ise haberci, ya
da Ahmet derler Arapça karşılığı ile. İncil, Yuhanna, Pavlus gibi adamların
ağzından çıkan sözler değildi.
Kuran ise aynı
mantık üzerine kuruludur.
"İKRA"
Ama kimse de
sormadı "Neyi İkra?"
Ahmet haberci ama
"kimin sözünü ikra eden haberci?" diye sormadı. Karmati
Arman'ın bu konuda hazırladığı video önemliyi. Esasen bizim, kendilerine
sorgulayıcı ya da araştırıcı diyen kesimin en büyük eksikliği ateizme sadece
İslam penceresinden bakmasıdır. Örneğin Hristiyanlık tarihini, oluşumunu, ilk
200 yılını bilmezler. Nerelere yayıldığını nasıl bir politika izlediklerini
bilmezler. Aişe'nin yaşı ve Zeyd'in karısı varsa onlara yeter. Sofrada başka
katığa gerek yok. Karnı doyuyorsa kafidir.
"Dinin esası
imandır"
Katolik
kilisesinin şekillendirdiği ve ruhban sınıfının halk üzerindeki otoritesini
sağlamlaştırdığı Hristiyanlık modeli gerçek İsa modeli olmadı hiç bir zaman.
Bir konsülde alınmış kararların ve Pavlus'un sabotajı ile şekillenmiş bir inanç
biçimi ve gerisi zaten iman işidir.
İslam dünyasının
Pavlus'u da Emevi kralı Abdülmelik bin Mervan'dır.
Neden Abdülmelik
B. Mervan'dır?
Emevi halifesi
Abdülmelik bin Mervan zamanına kadar kimsenin Muhammed adında bir karakterden
haberi yok. Haberi olmadığı gibi, onun yaşadığı inanç şeklinden kimsenin haberi
yok. Civarda namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, Hac yapan sayısız kabile var
ama bu ritüeller zaten onların geleneğinde olan bir durum ve Melik zamanına
kadar ortada Arapça yazılı metinler dahi yok.
İnsanlar
çocuklarına Muhammed ismini koymuşlar ama bu isimleri veren halk Hristiyan
halk. Yahudi halkı bile değildir. Çünkü o halk için Katolik kilisesinin
kendilerine dayattığı Hristiyanlık modeli değil, İsa'nın ağızdan çıkan sözleri
muteberdi. Yani ellerindeki İncil değil, İsa'nın ağzından çıkan söz değerliydi
ve o sözü de sadece Muhammed makamına erişenler edebilirdi. Çünkü ilahi sözler
herkesin ağzından çıkamazdı. Ola ki çıktı, sahte sözler diye adamın kellesini
alırlardı. Abdülmelik bin Mervan başa gelir gelmez, önce bu halka bir yazı
verdi ve önce halkın yazıyı sahiplenmesini sağladı. Daha sonra oturup o halka
bir de Mushaf verdi. O Mushaf'ı ilahi sözü taşıyıp iletecek ve aynı zamanda o
makamda olan bir karaktere yükledi ve devamında ise o karaktere bir tarih, bir
hayat, bir geçmiş verdi.
İslam dünyasının
"Şehadet" getirerek şahitlik ettiği bu karakteri, tarihi
yazanların hiç birisi görmedi, duymadı.
Peki bu halk neye
iman etti?
Başlarındaki
kişinin bir kral olmasına iman etti.
Onun verdiği
Mushaf'a iman etti.
O Mushaf'ta adı
dahi geçmeyen bir kişiye iman etti.
Ona yazılmış
tarihe iman etti.
Abdülmelik bin
Mervan'a iman etti.
Zühri'ye iman
etti.
İbni İshak'a iman
etti.
İbni Hişam'a iman
etti.
Buhari, Taberi,
Müslüm-i, Davudi'ye iman etti.
Kim ne anlatmış
ise ona iman etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.