Bir kurum, bir grup, bir ülke öbüründen daha ahlaksız veya daha yalancı olabilir mi? Tek tek insanlar her şey olabilir. Ama bir grup insan… Mümkün mü?
Basın bir ülkenin en önemli kurumlarından
biri. Hatta basına dördüncü kuvvet diyenler var. Gençler hatırlamazlar,
anlatayım. Bir zamanlar Türkiye’de de üç kuvvet vardı. Yasama, yürütme, yargı.
Bunlar devleti devlet yapan üç kuvvetti. Bu üçünün birbiriyle aynı seviyede
olmasına, birinin diğerine hükmedememesine, kuvvetler ayrılığı denirdi.
Hükmedemezlerdi ama denetim görevleri vardı. Yasama, yani TBMM, icrayı
denetlerdi. Yargı, her ikisini de denetleyebilirdi. Basın o kadar önemliydi ki,
bu üçünün yanına bir de basın eklenirdi. Kamuoyuna hitap eden ve kanunda
yazmadığı halde dördüncü kuvvet sayılan basın da hepsini denetlerdi.
BASIN, AHLÂKIN BEKÇİ KÖPEĞİDİR
Dördüncü kuvvet: Bu basını
yücelten bir tarif. Bizzat basın mensuplarının yaptığı bir başka tarif, daha
doğrusu benzetme var. Basın, bekçi köpeğidir. Şöyle: İşler
yolundayken, eve, bahçeye yabancı biri girmezken, hırsızlık, uğursuzluk yok
iken bekçi köpeği sessizdir. Ne zaman ki bir yabancı kapıya gelir, bahçeye
girer, maazallah, destursuz eve girer, işte o zaman bekçi köpeği kıyameti
koparır. Onun görevi budur.
Ne zaman ki ülkede işler yolundadır. Basın
susar. Veya bilgilendirmeyle ilgili, genel olarak olan bitenle ilgili normal
haberler verir. Bekçi köpeğinin susması gibi. Fakat!... Ne zaman ki bir
yolsuzluk, bir hırsızlık, bir anormallik olur, basın havlamaya başlar;
havlamalıdır. Eve hırsız girerken hava durumunu anlatan basın basın değildir;
ahlâklı hiç değildir. Eve hırsız girerken havlamayan bekçi köpeğini barınağa
verirler.
İnternet’in ABD’de yerel basını yok
etmesiyle ilgili bir yazı okudum. Büyük basın, ağır toplar o kadar
etkilenmemiş. Bir kısmı İnternet gazetesi olmuş. Bir kısmı hem İnternet
üzerinden hem de gelenekteki yolla yayıma devam etmiş. Fakat yerel gazetelerin
bu imkânı yokmuş. Hitap ettikleri kitleye İnternet üzerinden ulaşsalar, yeterli
tıklama sağlayamayacaklarmış. O yüzden kapanmışlar. Peki, bu, ülkeye nasıl etki
etmiş? Yerel düzeyde yolsuzluk, rüşvet artmış! Küçük yerleşim birimleri
köpeksiz köy hâline gelmiş demek ki.
HAVLAMAYAN KÖPEK
Türkiye’de rüşvet, yolsuzluk,
hırsızlık, usulsüzlük olmadığı için basının bekçi köpekliği görevine de pek
ihtiyacımız yok! Bu gerçeğe rağmen, Maliye Bakanımızın istifasından yazılı,
sözlü, görüntülü eski büyük- şimdi pek büyük değil galiba- basınımızın hiç
sesinin çıkmaması sorgulanıyor.
Sir Arthur Conan Doyle’un Gümüş Alev adlı
bir Sherlock Holmes hikâyesi var. Gümüş Alev, pek değerli bir yarış atıdır. Ve
bir gece ahırdan çalınır. Hiç delil yoktur. Fakat Sherlock’a göre bir delil
vardır. Hikayeyi yazarından dinleyelim:
Gregory (Scotland Yard detektifi):
“Dikkatimi çekmek istediğiniz başka bir nokta var mı? “
Holmes: “Köpeğin gece boyunca garip
davranışı. “
Gregory: “Köpek gece boyunca bir şey
yapmamış ki. “
Holmes: “İşte garip olan da bu.”
Sonra Holmes devam ediyor: “Köpeğin
sessizliğinin önemini kavramıştım. Bir doğru çıkarım, insanı devamına
yönlendiriyor… Açıktır ki gece yarısı gelen misafir, köpeğin iyi tanıdığı
biriydi. Gümüş Alevi’i ahırdan çıkarıp kıra süren de oydu.”
Havlayan köpek delil olduğu gibi
havlamayan köpek de delildir. Basının hâline, ülkenin hâline, köpeğin kimi
tanıdığına, sahibinin kim olduğuna dair delildir.
TOPLUMLARIN, KURUMLARIN AHLAKI
Bu yazıyı yayımından biraz erken, 9.11
tarihinde yazıyorum. 31 yıl önce Berlin Duvarı’nın yıkıldığı tarih; basının
talimat dışında yazamadığı bir rejimin sonunun başladığı tarih. Bir zamanlar
Demirperde Fıkraları vardı. Bu da ikinci hikâye olsun: Uluslararası cerrahi
kongresinde en zor ameliyatlar anlatılmaktadır. Biri beyin naklini, öteki kafa
naklini anlatır. Sovyet cerrah kürsüye çıkar ve “Bademcik ameliyatı yaptım”
der. Salonda bir gürültü yükselir. Başkan açıklama ister. Açıklama şöyledir: “Hasta
sadık bir vatandaştı. Bütün çabalarımıza rağmen ağzını açtıramadık. Ameliyatı
vücudun öbür ucundan girip yapmak zorunda kaldık.” Otuz küsur yıl sonra
Demirperde Fıkrası anlatılması ve hâlâ anlamlı olması hazin.
Baştaki soruya dönelim. Bir ülkenin basını
şöyledir, böyledir diye bir hükme varılabilir mi? Bir kurumun, bir grubun, bir
ülkenin tamamı hakkında değer hükümleri verilebilir mi? Rüşvetçi, ahlâksız,
yalancı, yağcı… Tek tek insanlar bunlardan her birini olabilir. Bu psikolojinin
alanına girer. Peki, bir topluluk, birçok insan birden… Bakın Fuzuli ne diyor:
“Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar”… Hem de bunu “muhteşem
yüzyılda” söylüyor!
Demek ki topluluklar da, kurumlar da
hastalanabiliyor. Topluluklar da yalancı, yağcı, rüşvetçi, ahlâksız olabiliyor.
Bu sosyolojinin alanına girer her halde. Psikolojinin hastalığa bakan bölümüne
psikiyatri diyoruz. Sosyolojinin hasta topluluklara bakan bir dalı var mıdır?
Sosyiatri?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.