Bu ülkede yönetim krizi var. Çünkü olmaması mümkün değil. Meclis’in etkisizleştirildiği, devlet kurumlarının pasifize edildiği, yönetim yetkilerinin tek elde ve tek merkezde toplandığı, en kritik kararların en fazla dar bir çevreye haber verilerek alındığı, uygulanan politikaların belirlenmesinde milli çıkarların değil başka siyasi ve kişisel hesapların gözetildiği bir sistemden söz ediyoruz… Elbette yönetim problemleri kısa zamanda yönetim krizine dönüşecekti. Asıl bunlar olmasaydı aklımızdan veya tabiatın kanunlarından şüphe etmeliydik.
Ekonomi Bakanı’nın istifası olayında
yaşananlar mevcut yönetimin adeta her şeyinin dört dörtlük bir özeti. Aynı
zamanda gerçekleri gözden kaçırmak için algıyla, retorikle, propagandayla,
demagojiyle ne kadar zaman kazanılabileceğinin de örneği… Çünkü siyaset
yapmakla devlet yönetmenin aynı şeyler olmadığını her gün yeni bir örnekle
tekrar tekrar görüp duruyoruz son senelerde. Toplumun geniş kesimlerinin
nabzını tutarak, nabzını okşayarak, nabzına göre şerbet vererek çok güzel
siyaset yapılır ama devlet yönetilmez. Çünkü lafla peynir gemisi bile
yürütülmez.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yazılı
olmayan kuralına göre, memlekette iyi bir şey olursa bu “Sayın
cumhurbaşkanımızın iradesiyle ve biraz da sayın Bahçeli ile sayın Perinçek’in
destekleriyle olmuştur.” Olumsuz bir gelişme sözkonusu olduğunda ise
-ki bu daha sık görülmektedir nedense- bunu “dış güçler yapıyor”dur.
Bizim millet “dış güçler” konusunda
hassastır. Çünkü topraklarımızın yüzyıldan biraz uzun bir süre içinde nasıl
elimizden gittiğini, nasıl paylaşıldığını, nasıl yağmalandığını unutamıyoruz.
Ama devletimizin dış güçler karşısında bu kadar zayıf düşmüş olmasının ve
mukadder akibetin yaşanmasının sebeplerine kafa yormaya pek gerek duymuyoruz.
Siyasetçi de bu zaafımızdan istifade ediyor…
***
“Ey Almanya, ey Fransa…” lafları gönlümüzü
okşuyor. Ecdadımızın yedi düvele meydan okuduğu ihtişamlı günlerimizdeki gibi
hissediyoruz kendimizi… Göğsümüz kabarıyor. Ama burada çok çok ufak bir problem
var: Osmanlı yedi düvele meydan okuduğu için güçlü değildi. Güçlü olduğu için
meydan okuyabiliyordu. Bu ikisinin arasındaki farkı anlamaktan aciz olmamak
lazım. Sebep-sonuç ilişkisini doğru kurmak lazım.
Kurusıkı atmıyordu ecdat. İçeride başka,
dışarıda başka türlü konuşmuyordu. Bu ayrımları görmek için aslında engin bir
tarih bilgisine sahip olmak gerekmiyor, meselelere bakarken aklımızı kullanmak
yeterli. Ama aklımızı kullanmak da bir tercih. Gerçeği görmek istemek de bir
tercih. İnsan bazen gerçeği görmek istemez. Gözünün önündeki gerçeğin yerine hayali
bir gerçek üretip ona inanır. Olaylar göründüğü gibi değil der. Kendini iyi
hissettirecek, ümitlerini yaşatacak, bulunduğu yeri haklı gösterecek alternatif
bir gerçeğe gönül verir.
Kendi toplumunun zaaflarını bilen
siyasetçi de eğer mevcut gerçekler pazara çıkarmaya elverişli durumda değilse,
tezgâha müşterinin de hoşuna gidecek bu sahte gerçekleri koyarlar. “Olaylar
göründüğü gibi değil, sen buna inan, sen bu gerçeği satın al” der.
Müşterinin aradığı zaten budur. Güzel bir alışveriş olur. İki tarafın da işi
görülmüş olur.
Türkiye’de bir yönetim krizi var. Yokmuş
gibi davranmak, boyuna gündemi işgal edecek yapay meseleler icat edip gerçek
meselelerin konuşulmasını engellemek bu yönetim krizini ortadan kaldırmıyor.
Her ne olursa olsun ülkedeki
olumsuzlukları hiçbir şekilde görmek istemeyen taraftar kitlesi de kendi
kendisini kandırıyor. Zira başını kuma gömen devekuşu elinde tüfekle yaklaşan
avcıyı göremediğinde avcı yok olmuyor.
***
Türkiye daha önce de siyasi krizler gördü
ama devlet mekanizmasının işlemediği bir dönem görmedi. Darbe zamanları dışında
kurumların işlevinin olmadığına tanık olmadı. Sözgelimi valilerin yönetiminden
sorumlu oldukları vilayetle ilgili kararları koalisyon ortağı iki partinin il
başkanlarıyla birlikte alacaklarına bundan birkaç yıl öncesine kadar ihtimal
veren kimseyi bulamazdınız. Anayasa Mahkemesi hükümlerinin tanınmaması gibi bir
senaryo da herhalde kimsenin aklına gelmezdi.
Hükümetteki en önemli koltuklardan birinde
oturan bir bakanın istifa kararını bozuk Türkçeyle yazılmış “Instagram
mesajı”yla duyuracağını, büyük medyanın ekranlarında ve sayfalarında bu
haberin hiç görülemeyeceğini, iktidar cenahının yaklaşık bir gün boyunca bunu
teyit veya tekzip etmeyeceğini de düşünemezdik…
Yönetim krizi elbette bundan ibaret değil.
Yani devletin tepesindeki kargaşadan ibaret değil. Hepimizin hayatını ve
çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren boyutu da var. Ülkenin kaynakları,
ülkenin enerjisi, ülkenin zamanı boş yere ve geri getirilemeyecek şekilde
harcanıyor, tüketiliyor.
Yanlış yönetimin yanlışlığı kendi
dairesinde kalmıyor. Bedelini hepimiz ödüyoruz. Öyle görünüyor ki bu yönetim
gittikten sonra bile daha epey bir müddet ödemeye devam etmemiz gerekecek.
Yapılan yanlışlar yalnızca bilgisizlikten
veya beceriksizlikten kaynaklanmıyor. Öyle olsa hasar bu kadar büyük olmazdı ve
onarım konusunda işimiz daha kolay olurdu. Burada bilinçli tercihler söz konusu
maalesef.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.