Pazar akşamından beri yaşananların siyasi etkileriyle beraber dedikodu, kulis ve magazin değerini küçümsemiyorum. Kamuoyunun bu konuya ilgisi ve merakının bir siyasi gelişmenin ötesinde seyretmesi gayet tabiidir. Aile içinden bir bakanın gidişi, başkasının gidişine benzemez. Şaşırtıcıdır, merak uyandırıcıdır ve arkasında gerçekte neler olduğunun izini sürmek normaldir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neredeyse bütün sistemi ve dahası gelecek planlarını üzerine inşa ettiği bir isimden vazgeçmesinden söz ediyoruz. Dolayısıyla, Merkez Bankası gerçek rezervinin Cumhurbaşkanı’ndan gizlendiği veya yanlış aktarıldığı iddiasının bu karar için yeterince açıklayıcı olmadığını düşünenler haksız değildir. Aralarında başka konularda ve geriye doğru uzun süreyi kapsayan görüş ayrılıkları olduğu bellidir. Zamanla neyin ne olduğu anlaşılır, hiçbir hakikat de gizli kalmaz.
Ne var ki meselemiz, “Görevden affa mazhar
olma” meselesi değildir.
Türkiye ağır bir ekonomik, hukuki,
diplomatik ve demokratik buhranın içindedir. Bütün önemli ve hayati branşlarda
gerileme yaşanmaktadır. Ne kadar önemli ve ağırlık sahibi olsa da bir bakanın
gidişinin hikayesini izlemekten çok daha önemli meseleler yumağına dolanmış
haldeyiz. Ülkenin seneleri heba olmuştur ve bunun telafisi için de kim bilir
kaç sene gerekecektir.
Bugün itibariyle, yakın dönemi tanımlayan
bütün kavramlar, analizler, sebep sonuç ilişkileri ve elbette iktidar dili
artık geçerliliğini yitirmiştir.
Türkiye artık, bir ucunda muhalefet
enerjisinin de doğduğu büyük bir arayış halindedir. Krizden kurtuluş ve çıkış
çabası… Sadece günü değil geleceği kurtarma arayışı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da -umarız- bunu
hissediyor olmalı ki dün, epeydir kullanmadığı “şeffaflık, öngörülebilirlik,
hukuk” gibi kavramlara vurgu yaptıktan sonra şunları söyledi:
“Önümüzdeki aylarda hukuk devleti
ilkesini güçlendirme konusunda yeni adımlar atacağız. Yatırım ortamının
iyileştirilmesi, kamu gelir ve harcamalarının kalitesinin yükseltilmesi gibi
alanlarda yapısal reformların hazırlıkları içindeyiz.” İlaveten,
bizatihi iktidarın ürettiği popülizme karşı da şu cümleyi sarf etti: “Ekonomide
gerekirse açı reçeteden kaçınmayız…”
Bu da bir arayış habercisi. İyimser
bakalım; Cumhurbaşkanı içinde bulunduğu halin hal, gidişin gidiş olmadığını
düşünüyor. Sadece bakan değişimiyle ortaya çıkan olumlu tablonun bile
tahminlerin ötesinde fırsat yarattığını ve politik geleceği için daha iyi
olacağını fark etmiş olmalıdır. Ama demokrasi duygusunu geri getirmek, hukuku
gerçekten üstün kılmak, şeffaf olmak ve bilhassa da liyakat sahipleriyle
çalışmak Erdoğan’ın alışkanlıkları açısından hiç de kolay değildir.
İşaretlerini verdiği teşebbüste ciddiyse, seçmen nezdindeki kredisi yüksek
seyirde devam ederken, idareyi demokratik tarza çevirme bahsindeki kredisini
tartıya çıkarmış olacaktır.
Gerçeğe dönüş, Türkiye için kesinlikle
hayırlı olur ve en azından kan kaybı önlenir ama öte yandan Erdoğan adına
yorucu bir süreçtir. Zira, o kadar çok değişmesi gereken makas, alışkanlık ve o
kadar çok vazgeçilmesi gereken davranış kalıbı var ki bakanın gidişi meselenin
büyüklüğü karşısında devede kulak kalır. Tabii günü kurtarmak adına değil de
sahici ve kalıcı bir hamleden söz ediyorsak. Değilse, öncekiler gibi bir heves
rüzgarı eser ülke de talihsizliğine geri döner.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.