Kamu malları söz konusu ise "canı kaça isterse" satamaz. Nitekim Türkiye Varlık Fonu denilen kurum, Cumhuriyet tarihi boyunca yaratılan kamu varlıklarını içinde barındırıyor. Bunun kaça satıldığını öğrenmemizi istemiyorlarsa bir tek neden vardır: Mal, ölmüş eşek fiyatına satılmıştır!
Türkiye Varlık
Fonu, İstanbul Borsası'nın yüzde 10'unu Katar Yatırım Otoritesi'ne sattı.
Satış fiyatını
bilmiyoruz.
Bilmiyor olmamız
normal çünkü Türkiye uzunca bir süredir Ali Baba'nın Çiftliği gibi yönetiliyor.
Seçimle iş başına
getirdiğimiz yönetici, kendisini ülkenin sahibi zannediyor, çevresindeki kimse
de kendisini bu yolda uyarmadığı gibi, muhalefetin uyarıları da işe yaramıyor.
Bu tür işlemler
"ticari sır" gerekçesinin ardına saklanıyor.
Satılan mal bir
şahsa ait olsaydı, bu gerekçe anlamlı olabilirdi.
Mesela Ferit
Şahenk de İstinyepark'ta kendisine ait hisseleri aynı kuruma sattı. Kaça
sattığını dedikodu yapmak için merak ediyor olsak bile esasen bizi ilgilendiren
bir durum değildir. Adamın şahsi malı, uygun gördüğü fiyata satar.
Kamu malları söz
konusu ise "canı kaça isterse" satamaz.
Sattığı şey
babasının malı değildir.
Nitekim Türkiye
Varlık Fonu denilen kurum, Cumhuriyet tarihi boyunca yaratılan kamu
varlıklarını içinde barındırıyor.
Tabii, daha önce
satılmadan kurtulup, elde kalanlar bunlar.
Bunun kaça
satıldığını öğrenmemizi istemiyorlarsa bir tek neden vardır: Mal, ölmüş eşek
fiyatına satılmıştır!
Aksi, hele de bu
iktidar döneminde düşünülemez.
Eğer çok iyi bir
fiyattan satmış olsalardı, bugün bütün gazetelerin manşetlerinde bu büyük
ticari başarı, Recep Tayyip Erdoğan'ın gülümseyerek el sallayan bir fotoğrafı
ile birlikte yer alacaktı.
Bir mal neden
ucuza satılır?
Acil ihtiyacınız
varsa, ucuza satmak zorunda kalabilirsiniz. Türkiye ekonomisinin büyüklüğünü
düşündüğünüzde, Borsa İstanbul'un yüzde 10'luk hissesinin satışından elde
edilebilecek gelir, devede kulak kalır.
Böyle bir rakama
bile acil ihtiyacınız varsa, zaten batmışsınız demektir.
Kamu malının ucuza
satılmasının bir başka nedeni, "çarkların yağlanmış olması" olabilir.
Yani bu kararı
verenlerin, kendi şahsi hesaplarını çok iyi yönetseler bile devletin
hesaplarını iyi yönetemediklerini gösterir.
Bütün az gelişmiş
demokrasilerde, bu önemli bir faktör olarak hesaba katılmalıdır.
Çünkü bizimki gibi
sözde demokrasilerde halka hesap verme alışkanlığı yoktur. Seçimden seçime
halka hesap verildiği varsayılır.
Zaten bizim gibi
ülkelerin Dünya Şeffaflık Endeksi'nde yerlerde sürünüyor olmasının nedeni de bu
tür hesapların halktan kaçırılmak istenmesidir.
Geçen yıl Dünya
Yolsuzluk Algı Endeksi'nde, 91. Sıraya kadar düşmüştük.
Son altı yılda, bu
endekste düzenli olarak geriledik. Bu, altı yılda 38 sıra gerilemeye karşılık
geliyor.
İktidarın
iftiharla göğsüne takacağı bir madalya olmadığı çok açık.
Tam yazıyı
bitirdiğim sırada, Borsa İstanbul'un, "ele verir talkını"
misali yatırımcılara gönderdiği metin düştü önüme. Merkezi Kayıt Kuruluşu'nun
paylaştığı "Borsa İstanbul Grubu" metninde "Doğru
yatırım kararı verebilmek için, doğru bilgiye sahip olmanızın çok önemli
olduğunu hatırlatmak ister, yatırımlarınızda sermaye piyasalarını tercih
ettiğiniz için bir kez daha teşekkür ederiz" diyor ki, sesli güldüm…
* * *
Reformun amacı
demokrasi değil
Adalet Bakanı ile
Maliye Bakanı, el ele verdiler ve TÜSİAD Başkan ve yöneticilerinden oluşan bir
heyet ile "hukuk ve ekonomi reformunu" görüştüler.
Müjdeli haber de
şu ki bundan sonra TOBB ile de görüşeceklermiş.
Maliye Bakanı
Lütfü Elvan, "görüşmenin çok verimli geçtiğini" söylüyor.
Bunda şaşılacak
bir durum yok.
Çünkü iş alemi
biliyor ki hükümetin her dediğini "harika" tepkisiyle
karşılamazlarsa, başlarına gelmeyen kalmıyor.
Fabrikaları basan
iş müfettişleri mi ararsınız, hesapları didikleyen vergicileri mi?
Öte yandan reform
konusunun TÜSİAD ile başlayıp TOBB ile sürecek olması, Cumhurbaşkanı'nın sözünü
ettiği acı ilacın kime yutturulacağını da peşinen ortaya koyuyor: İlaç işçiler
için hazırlanıyor!
Ve hukuk
reformundan "daha çok demokrasi çıkacağını" zannedenler için
de bir ip ucu var: Hukuk reformu, iş aleminin kendisini rahat hissetmesi için
yapılacak, memlekete demokrasi gelsin diye değil.
AKP de kendisinden
önceki bütün sağ iktidarlar gibi öncelikle sermaye sınıfını gözetiyor.
Onlardan artan
olursa, oy versinler diye işçiye, memura, dar gelirli emekliye de bir şeyler
damlar belki.
* * *
Pişkinlik mi,
arsızlık mı?
İstanbul'da Sultan
Mahmut tarafından yaptırılan 270 yıllık "1. Mahmut Çeşmesi",
AKP Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı tarafından restore edilmiş.
Fatma Aksu'nun
Hürriyet'teki haberine göre Çamlı, restorasyon sırasında çeşmenin kitabesini de
değiştirip, babasının adını da ekletmiş.
Durum
eleştirilince de "Bu algı çalışması. Benim üzerimden siyasi ranta
çevirmeye çalışıyorlar" diyor.
Tipik bir AKP'li
var karşımızda yani: Suçüstü yakalanınca üste çıkarak kurtulma çabası.
Tarihi çeşmenin
kitabesini değiştiriyor, bunu haber yapan ve eleştirenleri suçluyor!
Pişkinlik mi
desem, arsızlık mı desem, karar veremedim.
Tabii bir yandan
İstanbul'daki kültürel ve tarihi eserleri korumakla görevli kurumun, bu
restorasyon sırasında ne ile meşgul olduğunu da merak ediyorum.
Tarihi kitabe
kaldırılıp, bir kenara atılıyor ve yerine uyduruk bir yenisi takılıyor ve bu
kurum seyrediyor!
Hiç olmazsa tarihi
kitabeyi doğru dürüst bir yere kaldırıp, saklasalardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.