Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını hiçe sayan muktedirler ve avaneleri ilk başta hayırlı bir işe yeltendikleri kanaatini ısrarla izhar etmelerine rağmen şimdilerde rücû etmenin dayanılmaz hafifliği içindeler. Çünkü zemin sadece doğal depremlerle sarsılmıyor, her bakımdan sarsıntılar gözleniyor siyasal sistemimizde. Yani ki “kaymağa görsün ayağı bir toplumun” diyen şairin insafına kalmışız gayrı.
21. asra
demokratik sivil siyasetin önünü açma ülküsü ile başlamışken on yıl içinde tam
tersine önüne engellerin çıkarıldığı bir yönetişim modeline sahne olduk.
Türkiye
sürüklendiği ‘beka sorunu’ lakırdıları paralelinde bir paralel yapıdan
kurtulurken başkaca paralel yapılara ‘yerli ve milli’ ile birlikte
cihanşümul ve kozmopolit angajmanlara yelken açtı. Ya da açmak zorunda
bırakıldı. Başkanlık sistemi bu korku ve vehim dalgasında sürdürülebilir
olmayan bir ‘tek yol’ dayatması haline geldi. Sistemi getirenler bile
artık bunun sürdürülebilir olmadığını kabul etmiş durumdalar. Güçlendirilmiş (ne
demekse) parlamenter sistem talepleri şu bir zamanlar sihirli formül gibi
sunulan başkanlık sisteminden daha ziyadesiyle terennüm edilmeğe başlanacak pek
yakında.
Muhalefet cephesi;
mümkündür ki, bu konuda iktidar cephesinden getirilecek bir modele uyum sürecine
girecek ister istemez. İyi Parti şimdiden bunun ipuçları ile nümayan.
Demokratik sivil
siyasetin önündeki engelleri sorgulayanlar genellikle iktidara ve ona paralel
yapılara atarlar sorumluluğu. Doğrudur da bu. Lakin “neye layıksanız onunla
idare olunursunuz!” ilahî mesajı tamamen bu konunun düsturunu ortaya koyar.
Her şeyden evvel iktidarı ilkesizlikle suçlayanlar daha iktidar olmadan
ilkesizliği şiar edinmişlerse bu sorgulamanın bir mânâsı var mı? Başkanlık
sistemine karşı çıkan muhalefet, arkasına çok güçlü bir rüzgâr almıştı. Sol,
sağ, etnik kimlikler, her türlü ideolojik ayrımın muhalefet cephesine sağladığı
büyük dalga ne yazık ki, ya muhalefet partileri yöneticileri tarafından doğru
algılanmadı, ehliyetsizlikle yumuşatıldı; ya da bizatihi tayin edilmiş bir
muhalefet söz konusu idi ve özellikle ‘yerli ve milli, beka sorun’u
benzeri argümanlara sığınan siyasal erke yardımcı olundu.
Parlamenter
sistemi vazedenler ve milletin kahır ekseriyetiyle oluşturduğu ‘normalleşme’
rüzgârını arkasına alanlar niçin siyasal erk ile elele verip bu değirmene su
taşıdılar? İyi Parti doğrudan başkanını aday gösterdi ve bu, parti içinde hiç
tartışılmadı. Hani İyi Parti parlamenter sistemi öngörüyordu? CHP lideri
pragmatik metodunu burada da kendince geçerli saydı ve sağ seçmenin de oy
verebileceği aday arayışından sonra hiç de hazzetmediği halde Sayın İnce’yi
aday gösterdi. Şöyle mi umdular: Halk yanılır da ikimizden birine oy verirse bu
sistemin sağladığı güçten biz de istifade edelim! Bu mu ilke? Bu mu ilkeli davranmak?
Demokratik sivil
siyasetin önündeki en büyük engel iktidar cephesinde değildir. Orası malum
aldanmışlık ve aldatılmışlıkla nümayandır ve ayakta kalabilmesi için tayin
edilmiş bir muhalefete muhtaç olduğu açıktır.
Tebellür eden
demokratik ve sivil siyasetin önündeki engelleri ortadan kaldırmağa ve
Türkiye’yi bir normalleşme sürecine sokmağa kararlı toplumsal talepler için
yeter ve gerek şart sadece hazırlıklı, görevine çalışmış, ehliyetli bir
muhalefet hareketidir. Lazım gelen buydu ve fakat bu toplumsal talebe layık bir
siyasal potansiyelden bahsetmenin imkânı yok!
Demek ki
demokratik sivil siyasetin önündeki en büyük engel sanıldığı gibi salt
iktidarın kendisi ve suçları değil, muhalefet cephesindeki tutarsızlıklardır.
Gözle görünen şey tabii ki bu ‘tutarsızlıklar’ elbette. Ya bir de bu
tutarsızlıklar bile isteye bir irade tarafından yapılan dayatmanın sonucu ise?
İşte o zaman “ört ki ölem!”
Devletin
yağmalanması, rüşvet çarkının her kademede döndürülmesi, kamu maliyesinin ‘kleantalist’
ilişkiler ağına finans desteği olarak addedillmesi, bürokrasinin ve orta
sınıfın ortadan kaldırılması, sivil toplumun olmazsa olmaz şartı ‘birey’in
öncelliği yerine; iradesini hep başkasına terk etmiş ‘kullar’
siyasetinin geçerlilik arzetmesi, cemaat(ler), para babaları, ulusal ve
uluslararası operasyonel istihbaratın ‘Polat Alemdar’ zannedilmesi ve
daha bir sürü dangalaklıklar değildir sivil demokratik siyasetin önündeki
engeller.
Bunların; bu
günahların, bu haddi aşmaların, bu edepsizliklerin, bu sonradan görmeliklerin
hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur esasen…
Asıl mesele:
demokrasiye layık olup olmadığımız gerçeğidir.
Korkakların rejimi
değildir demokrasi, haddi de değildir. ‘Teb’a kültürü’nü, iktidarı ve
muhalefetiyle birlikte davranış normlarının mihveri haline getirenlerden ne
beklenir? Köleci düzene alışmışların özgürlükçü bir toplum özlemini ve ona
doğru hakikatli bir eylem planını deruhte edebilmeleri mümkün mü?
Bütün yapıp
ettikleri köhne düzene su taşımak olan siyasi figürlerin, güya temsil ettikleri
fikirlerden çaldıkları ömürleri, değerleri, zamanları, kavramları,
teşkilatları, ağızlarında çiğneyip durdukları insan eti olarak
yorumlayabildikleri gün ne zaman gelecek?
Figürlerin –hangi
fikirden gelirlerse gelsinler- bir vicdan muhasebesi yaparak; fikre hürmeten
emaneti ehline verecekleri gün, demokratik sivil siyasetin önündeki engeller de
bir bir ortadan kalkacak.
Tabii figürler
yarattıkları bataklığın içinde boğulmazlarsa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.