Son birkaç yıldır ekonomide yaşanan problemlerin kaynağında “yanlış yönetim, yanlış politikalar” olduğunu söyleyip duranlar haklıymış meğer. Türk lirasının yaşadığı değer kaybının sebebini “dış güçlere” bağlayanlar, “Kur saldırısı” diye açıklayanlar millete doğruyu söylemiyorlarmış.
Döviz kurunun
yükselmesini engellemek için harcanan 120 milyar dolar -birilerinin ucuza döviz
alıp servetlerine servet katmalarını saymazsak- boş yere devletin kasasını terk
etmiş.
Kuru
sakinleştirmek için sadece iki sihirli kelimeyi söylemek yeterliymiş.
Ekonomi
kurumlarının başına itaat/sadakat kontenjanından “milli
güreşçiler” değil de ekonomiden anlayan birilerini getirince milli
paramıza güven oluşabiliyormuş.
Yatırımcılara
hukuk güvencesinden söz edilince, yasaların herkes için eşit uygulanacağı
taahhüt edilince, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğu söylenince
finans piyasalarındaki olumsuz hava değişebiliyormuş.
Öyle anlaşılıyor
ki bizzat Cumhurbaşkanı da hangi mesajları verirse toplumda ve piyasalarda ne
karşılık bulacağını biliyormuş ama nedense bugüne kadar bunu yapmamış.
***
Gelinen noktada
milletin devleti yönetenlere sorusu şudur: “Rasyonaliteye dönüş” madem
bu kadar kolaydı ne diye ülkenin o kadar zamanını, enerjisini, maddi ve manevi
birikimini harcayıp tükettik? Neyin inadıydı bu?
Ekonomi
kurumlarında ehliyete ve liyakate uygun atamalar madem mümkündü, niçin
eş-dost-akrabanın, milli güreşçilerin bu makamlara getirilmesini eleştirenler
vatan haini ilan edildiler?
Son birkaç gündür
“yeni dönem” adı altında atılan adımların “Biden dönemine hazırlık”
diye yorumlanması, içeriye-dışarıya bu yolda bir izlenim verilmesi, ülkeyi
yönetenlerin “milletin şeref ve haysiyetinin, dünya üzerindeki itibarının
gözetilmesi” göreviyle nasıl bağdaşacak?
Bugün itibarıyla
belki bunlardan bile daha önemli olan soru şudur: “Rasyonal yönetime dönüş”
mevcut başkanlık rejimiyle mi olacak? Kendi mevcudiyeti rasyonalitenin reddine
dayanan ve bugünkü sıkıntıların büyük bölümünün sebebi olan bir yönetim
tarzından söz ediyoruz. Kişisel bir yönetimden, kararların tek kişi tarafından
alındığı bir yönetimden, her biri yüzlerce yıllık tecrübe taşıyıcısı olan
kurumların etkisiz bırakıldığı bir yönetimden, denetime kapalı bir
yönetimden…
“Yapmayın
etmeyin” feryatlarımıza kulak asmayıp “Türkiye’yi uçuracak” diye
milletten onay alınarak hayata geçirilen “Türk tipi başkanlık sistemi”nin
ülkeyi nereden alıp nereye getirdiği ortada.
***
Güncel bir örnek:
Cumhurbaşkanı Merkez Bankasında 90 milyar dolar rezervimiz olduğunu
söylüyor(du). Ekonomistler ise söz konusu rezervin kur artışını baskılamak
amacıyla tüketilmiş olduğunu, şu anda aynı harcamaların borçlanarak
sürdürüldüğü için rezervlerin “ekside” olduğunu söylüyorlar. Türk ekonomisini yakından
takip eden Timothy Ash kendi hesaplamasına göre bu miktarın “eksi elli
milyar dolar” olduğunu açıkladı.
Peki bu nasıl
olabiliyor? Ülkenin Cumhurbaşkanının açıkladığı rakamla uzmanların dile
getirdikleri miktar niye bu kadar farklı? Tamam, olur da bu kadar fark olur mu?
Aradaki fark [(-50)-(+90)] 140 milyar dolar. Gözden kaçacak, fark edilmeyecek,
varlığı-yokluğu anlaşılmayacak bir tutar mı bu Allah aşkına?
Bu meselenin
çözümü düne kadar farklı rakamlar telaffuz edenleri ihanetle vs suçlamaktı. Şimdi
bu konuda yeni bir teorik yaklaşıma kavuştuk. Aynı zamanda damadı da olan
Ekonomi bakanı tarafından Cumhurbaşkanına yanlış bilgi verilmiş meğer. Yani
cumhurbaşkanı kandırılmış. İstifa olayının da kaynağında bu olay varmış.
Dediklerine göre konudan haberdar olan Erdoğan, “Madem böyle bir durum
vardı, bugüne kadar neden söylemediniz” demiş ve sonra düğmeye basmış,
malum gelişmeler böylece sökün etmiş!
Bu hikâyeden nasıl
bir sonuç çıkarmamız istendiği bir yana, çıkarılması gereken sonuç belli: Demek
ki bütün yetkilerin tek elde toplanması doğru değilmiş. Cumhurbaşkanı da insan
sonuçta. Süpermen değil. Her konuyu bilmesi, her şeye hâkim olması mümkün
değil. Bilmeyebilir, anlamayabilir, aldatılabilir.
Bütün bu
sakıncalara karşı yegâne önlem devleti yönetecek kadroların bu görevi yasaların
bağlayıcılığı ve şeffaflık ilkeleri doğrultusunda, kurumların yetki ve
sorumluluğu çerçevesinde yerine getirmelerinin temin edilmesidir.
“Yeni dönem”de bu dönüşümün
şartlarını ve imkanlarını daha çok konuşup tartışmamız lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.