Erdoğan’ın reform ve demokratikleşme iddiası kısa sürdü.
Pimi Bülent
Arınç’ın açıklamaları çekti. Kavala ve Demirtaş’ın hukuk dışı bir durumla karşı
karşıya bulunduklarını, tahliye edilmeleri gerektiğini söyleyen Arınç’a,
Erdoğan verdiği tepki, hem Arınç’ın Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare
Kurulu’undan istifasına yol açtı, hem reform söyleminin üzerindeki örtüyü
kaldırdı.
Nitekim Erdoğan,
arka arkaya yaptığı konuşmalarda taşları yerli yerine oturtuyordu:
Önce tepki
gösterdi:
“Son günlerde
bizimle asla ilgisi olmayan, kimi bireysel açıklamalar ile reform gündemimize
yaptığımız vurgular bahane edilerek yeni bir fitne ateşi yakılmaya
çalışıldığını görüyoruz...” diyordu
Ardından yemin
tazeledi:
“Bizim nerede
durduğumuz bellidir, istikametimizde değişiklik yoktur (...) Gezi olaylarının
finansörü olanlarla, Kavalalarla hiçbir zaman bir arada olamayız. Teröre
bulaşmış, terörle el ele kol kola yürüyenler bizim temasta olduğumuz kişiler
olamaz (...) yüzlerce, binlerce insanımızın, Yasin Börülerin ölümüne neden
olanlar hiç bir zaman Tayyip Erdoğan ve
dava arkadaşları tarafından asla ve asla savunulamaz ” (...) Teröristlerden (Demirtaş’ı kastediyor)
birinin yazdığı kitabı herkesin okumasının tavsiye edilmesi (Arınç’ı
kastediyor) hakikaten beni rencide etmiştir...” diyordu
Filli küçük ortağı
da, Bahçeli de ondan geri kalmadı:
“Siyaset eskisi
bir şahsın Kavala ve Demirtaş’a güzellemeler yapması çarpıklık ve ahmaklık...”
Bunlarla da
bitmiyor, AK Parti’nin fiili kurucularından, ilk döneminin en önemli
finansörlerinden İhsan Arslan bir söyleşide, “partinin Kürt politikasını
eleştirdiği ve parlamenter sistemi savunduğu için”, Erdoğan’ın
talimatıyla MYK tarafından disiplin kuruluna sevk ediliyordu.
Berat Albayrak
gidişi ve Erdoğan bir kaç sudan açıklamasıyla, demokrasiye geri dönüşe dair
gerçekten umut duyanlar oldu mu, bilmem?
Bırakın geri
dönüşü, bu çerçevede pragmatik hamle dediğiniz an bile, karşınıza bu ülkede iki
tanımlayıcı somut mesele çıkar.
Türkiye’nin utancı
haline gelmiş, keyfi, talimata endeksli, siyasileşmiş adalet düzeninin
göstergesi haline gelmiş “Kavala dava silsilesi” bunlardan biridir.
Hükümetin,
demokratik ilkeleri her yerde ve her biçimde yerle bir eden Kürt politikası ile
bu politikaların simgesi olan, (hapishaneden cumhurbaşkanlığı seçimlerine
katılıp yüzde 10 oy almış) Demirtaş meselesi ikincisidir.
Bunlar, hukuk
devletinin yokluğunun, demokratik siyasetin tehlike olarak kabul edilmesinin
uluslararası alana da yansıyan somut delilleridir.
Demokratik reform
ne demektir?
Keyfiliğe son,
ekonomi, hukuk, basın gibi alanlarda siyasi iktidar karşısında bağımsız, en
azından özerklik kurum ve sektör işleyişine geri dönüş, evrensel değerleri ve
kuvvetler ayrılığını benimseme, velhasıl yeniden hukuk devleti iddiası taşımak
demektedir.
Bu iktidar
bakımından bu tür geri dönüşler, eşyanın tabiatına aykırıdır. Erdoğan siyasi
varlığıyla tezat taşır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini hedef alır. AK Parti
ve MHP için karşılıklı bir siyasi zorunluluk haline gelmiş, bu partiler
açısından iktidar yolunu temsil Cumhur ittifakının ruhuna ters düşer.
Bu durumda,
Erdoğan’ın otoriter ve asayişçi politikalar hattında, “nerede kalmıştık”
demesi hiç şaşırtıcı değil.
Yaşanan neydi o
zaman?
Reform ve
demokratikleşme açıklamaları, “ABD’ye ilişkileri tazeleme,” “AB ve Avrupa
hedefi” iddiaları, bir yandan ekonominin yaşadığı kriz karşısında,
diğer yandan Biden’ın gelişi, AB’nin sertleşen tutumuyla değişen uluslararası
konjonktüre yönelik palyatif hamlelerdir.
Hepsi bu...
Erdoğan’ın reform
ve demokratikleşme iddiası kısa sürdü.
Pimi Bülent
Arınç’ın açıklamaları çekti. Kavala ve Demirtaş’ın hukuk dışı bir durumla karşı
karşıya bulunduklarını, tahliye edilmeleri gerektiğini söyleyen Arınç’a,
Erdoğan verdiği tepki, hem Arınç’ın Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare
Kurulu’undan istifasına yol açtı, hem reform söyleminin üzerindeki örtüyü
kaldırdı.
Nitekim Erdoğan,
arka arkaya yaptığı konuşmalarda taşları yerli yerine oturtuyordu:
Önce tepki
gösterdi:
“Son günlerde
bizimle asla ilgisi olmayan, kimi bireysel açıklamalar ile reform gündemimize
yaptığımız vurgular bahane edilerek yeni bir fitne ateşi yakılmaya
çalışıldığını görüyoruz...” diyordu
Ardından yemin
tazeledi:
“Bizim nerede
durduğumuz bellidir, istikametimizde değişiklik yoktur (...) Gezi olaylarının
finansörü olanlarla, Kavalalarla hiçbir zaman bir arada olamayız. Teröre
bulaşmış, terörle el ele kol kola yürüyenler bizim temasta olduğumuz kişiler
olamaz (...) yüzlerce, binlerce insanımızın, Yasin Börülerin ölümüne neden
olanlar hiç bir zaman Tayyip Erdoğan ve
dava arkadaşları tarafından asla ve asla savunulamaz ” (...) Teröristlerden (Demirtaş’ı kastediyor)
birinin yazdığı kitabı herkesin okumasının tavsiye edilmesi (Arınç’ı
kastediyor) hakikaten beni rencide etmiştir...” diyordu
Filli küçük ortağı
da, Bahçeli de ondan geri kalmadı:
“Siyaset eskisi
bir şahsın Kavala ve Demirtaş’a güzellemeler yapması çarpıklık ve ahmaklık...”
Bunlarla da
bitmiyor, AK Parti’nin fiili kurucularından, ilk döneminin en önemli
finansörlerinden İhsan Arslan bir söyleşide, “partinin Kürt politikasını
eleştirdiği ve parlamenter sistemi savunduğu için”, Erdoğan’ın
talimatıyla MYK tarafından disiplin kuruluna sevk ediliyordu.
Berat Albayrak
gidişi ve Erdoğan bir kaç sudan açıklamasıyla, demokrasiye geri dönüşe dair
gerçekten umut duyanlar oldu mu, bilmem?
Bırakın geri
dönüşü, bu çerçevede pragmatik hamle dediğiniz an bile, karşınıza bu ülkede iki
tanımlayıcı somut mesele çıkar.
Türkiye’nin utancı
haline gelmiş, keyfi, talimata endeksli, siyasileşmiş adalet düzeninin
göstergesi haline gelmiş “Kavala dava silsilesi” bunlardan biridir.
Hükümetin,
demokratik ilkeleri her yerde ve her biçimde yerle bir eden Kürt politikası ile
bu politikaların simgesi olan, (hapishaneden cumhurbaşkanlığı seçimlerine
katılıp yüzde 10 oy almış) Demirtaş meselesi ikincisidir.
Bunlar, hukuk
devletinin yokluğunun, demokratik siyasetin tehlike olarak kabul edilmesinin
uluslararası alana da yansıyan somut delilleridir.
Demokratik reform
ne demektir?
Keyfiliğe son,
ekonomi, hukuk, basın gibi alanlarda siyasi iktidar karşısında bağımsız, en
azından özerklik kurum ve sektör işleyişine geri dönüş, evrensel değerleri ve
kuvvetler ayrılığını benimseme, velhasıl yeniden hukuk devleti iddiası taşımak
demektedir.
Bu iktidar
bakımından bu tür geri dönüşler, eşyanın tabiatına aykırıdır. Erdoğan siyasi
varlığıyla tezat taşır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini hedef alır. AK Parti
ve MHP için karşılıklı bir siyasi zorunluluk haline gelmiş, bu partiler
açısından iktidar yolunu temsil Cumhur ittifakının ruhuna ters düşer.
Bu durumda,
Erdoğan’ın otoriter ve asayişçi politikalar hattında, “nerede kalmıştık”
demesi hiç şaşırtıcı değil.
Yaşanan neydi o
zaman?
Reform ve
demokratikleşme açıklamaları, “ABD’ye ilişkileri tazeleme,” “AB ve Avrupa
hedefi” iddiaları, bir yandan ekonominin yaşadığı kriz karşısında,
diğer yandan Biden’ın gelişi, AB’nin sertleşen tutumuyla değişen uluslararası
konjonktüre yönelik palyatif hamlelerdir.
Hepsi bu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.