Bugün şikayet ettiğimiz pek çok konunun aslında AK Parti’nin reformist kimliğinden vazgeçerek, hukukun üstünlüğüne itibar etmeyen, demokratik değerlere inanmayan, iktidar mücadelesinde dini araçsallaştıran yeni AK Parti’nin demokraside yaptığı tahribattan kaynaklandığını artık hepimiz biliyoruz.
Yaşanan ekonomik
kriz üzerinden okuduğumuzda yeni AK Parti’yle özellikle son on yılda ayyuka
çıkmış yolsuzlukların, rüşvetin ve kurumların tahribatının adeta
meşrulaştırıldığını görürüz.
Bugünkü
otoriter uygulamaların vicdan sahibi herkesi, AK Parti’ye gönül veren insanları
bile derinden yaraladığını kabul etmek gerekiyor. Çünkü yeni AK Parti
muhalefeti terörize ederek toplumu kutuplaştırıyor, üniversiteleri,
belediyeleri kayyım düzeniyle yönetiyor, liyakatsizliği adeta kutsayarak
devleti akrabai taallukat düzeniyle idare ediyor, millet iradesini
değersizleştiriyor. En önemlisi de yasama yürütme ve yargıyı tek kişinin
ipoteğine vererek demokratik meşruiyeti ortadan kaldırmış bulunuyor.
Aslında AK
Parti’nin hikayesi “hukukun üstünlüğü”nü esas alan, özgürlükleri, insan
haklarını siyasi varlığının en temel hedefi olarak gören bir ortak akıl
çalışmasıyla başlamıştı. Ancak bugün gelinen noktada artık böyle bir hikayeden
söz etmek mümkün değil.
Maalesef yeni AK
Parti şimdi başka bir hikaye yazıyor. Zaman zaman kızsak da, “bu hikaye
böyle başlamamıştı” diye hiçbir karşılığı olmayan itirazlarda bulunsak da
faydası yok.
-Çünkü yeni
AK Parti iktidarı kendisini eleştiren gazetecileri, siyasetçileri, sivil toplum
insanlarını, hatta sokakta itiraz sesi yükselten vatandaşları bile gözaltına
almakta, tutuklayıp cezaevine atmakta kararlı.
-Halkın oyu
ile seçilmiş vekilleri parlamentodan yaka-paça cezaevine göndermekte bir beis
görmüyor.
-Anayasanın
açık hükümlerine rağmen, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını tanımamayı
iktidar olmanın gereği olarak görüyor.
-Kayyım
rektöre itiraz eden ve anayasal protesto haklarını kullanan Boğaziçi
öğrencilerini “terörist” ilan ederek devletin bekasını koruduğuna inanıyor.
-Küçük
ortağının “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” talebine sessiz
kalarak adeta destek veriyor.
- Avrupa’da
birinci, dünyada dördüncü sırada yer aldığımız Covid-19 salgını yüzünden her
gün yüzlerce insanımız hayatını kaybederken, lebalep kongrelerle övünüp en
küçük insani duyarlığı bile halka çok görebiliyor.
-Salgında
dükkanları kapanan, işsiz kalan insanlar evlerine ekmek götürmekte zorlanırken,
üç-dört yerden ballı maaş alan danışmanlar ordusunun milleti nasıl rencide
ettiğini göremiyor.
-Pudra
şekeri ile başlayıp kokain aleminde karar kılan parti elemanının ve para
çantalarıyla poz veren vekil danışmanlarının AK Parti’yi nasıl bir çürüme
fotoğrafıyla yan yana getirdiğini bir türlü idrak edemiyor.
-Aylardır
halkın cevap aradığı Merkez Bankası döviz rezervi konusunda CHP’nin “128 milyar dolar nerede?” afişleri önce polis tarafından sökülüyor,
sonra da Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma açılıyor.
-Millete
rağmen “çatlasanız da, patlasanız da Kanal-İstanbul’u
yapacağız” meydan okumasına paralel olarak AK Partili vekil “Bağırta
bağırta Akdeniz Belediyesini aldık, kanırta kanırta da büyükşehiri alacağız” sözleriyle
siyasi tarihimize ibret verici örnekler bırakıyorlar.
Öyle anlaşılıyor ki muhafazakar ve dindar tonları baskın olan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ayetli-hadisli söylemleriyle bu görüntünün daha da güçlendiği yeni AK Parti’den yarınlara demokratik değerlerle arası pek hoş olmayan, birlikte yaşama kültürünün önemsizleştirildiği bir miras kalacak.
Ama esas vahim
olan, gelecek nesillerin bugünlere baktıklarında görecekleri Türkiye
fotoğrafıdır. Ne yazık ki bu fotoğraf, dindar ve muhafazakarlar adına hiç de
hayırla yad edilecek bir fotoğraf olmayacaktır. Eğer ‘dindar siyaset’ten
söz edildiğinde insanlar yüzlerini çeviriyorlarsa, bu hepimiz adına düşündürücü
bir sondur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.