4 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanan, “Aritmetiğin Siyaset Üzerindeki Vesayeti” başlıklı yazımızda, siyaseti bekleyen riskleri ve olası darboğazları gündeme getirmiştik. Son aylarda yapılan saha araştırmaları da, bahsettiğimiz darboğazların gerçekleşmekte olduğunu teyit ediyor. Mevcut durumu Hatem Ete, “Siyaset Dondu mu?” sorusu üzerinden irdeledi ve var olan tablonun ortaya çıkardığı sonuçları dikkate alarak, siyasetin donduğunun altını çizdi. HDP’ye yönelik kapatma davası ve Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşmesi siyasetin canlandığı izlenimi oluşturabilir. Ancak bunlar; siyaset yerine, aritmetik hesaplara yönelik faaliyetlerdir ve donmaya ilişkin değerlendirmeleri doğrulamaktadır.
SİYASET NEDEN DONUYOR?
Toplumsal sorunların konuşulmaması, çözüm önerilerinin
tartışılmaması ve ortak çözüm iradesinin geliştirilememesi gibi gerekçelerle ‘donma’
konusu, ülkenin geleceğini etkileyecek gibi görünüyor. Temel risk, siyasal
tartışma kültürünün zaten zayıf olduğu ülkemizde, var olan ittifak tarzının
tartışmaların önünü tıkaması ve siyasetin donma kapasitesini artırmasıdır. Maalesef bu olasılık giderek artıyor.
Siyasetin sağlıklı bir zeminde ilerlemesini engelleyen ve ‘donma’ olarak
tanımlanan durumun ortaya çıkmasında etkili olan faktörlere bakmakta yarar var.
Siyasette donma ve temsil sorununun ortaya çıkmasında
etkili olan ilk faktör, ideolojik baskı ve dayatmalardır. Buradaki temel sorun;
ittifak denklemi içinde olan bir kesimin ittifakı korumak için siyasal ve
ideolojik tartışmalardan özenle kaçınması, diğer kesimin ise kendi ideolojik
tercihini ‘ortağına’ veya ‘ortaklarına’ dayatmasıdır. Özünde yeni
olmayan ideolojik baskıya dayalı siyaset tarzı, son yıllarda oldukça baskın bir
hal aldı.
Bahsettiğimiz tutumun dışa vurulduğu somut alanlardan
birisi, yeni anayasa tartışmalarıdır. Anayasanın yapılıp yapılamayacağı, nasıl
olacağı ve nelerin konuşulup konuşulamayacağı gibi tüm başlıklarda dayatmacı
bir tutum sergileniyor.
Anayasa, toplumun üzerinde ittifak ettiği, en azından
büyük bir kesiminin ittifak ettiği bir metin ise “şu konu tartışılmaz”
demek, bu insanların iradelerine ve ifade hürriyetlerine ipotek koymaktır.
Yani, toplumun tümü adına bir azınlığın karar vermesi anlamına gelir ki, bu
kabul edilemez. Tartışmanın, konuşmanın değiştirmek olmadığı bilinmesine rağmen
bu tür suçlamaların yapılması ve görüş açıklayanların kendilerini izah
etmelerine fırsat verilmeden ‘mahkûm’ edilmeleri, uygulanan ideolojik
baskıyı, siyasal kimliklere karşı sergilenen saygısızlığı ve ezmeye yönelik
tutumları anlamak açısından önemlidir. Son tahlilde, tektipleştirici bir
yaklaşımdır.
MÜREBBİYECİ TUTUM
Ortaya çıkan durum, siyasi bir yapının kendi pozisyonu
üzerinde ideolojik tartışma yapması, ama diğer siyasi yapıların ideolojik ve
siyasal görüşlerini açıklamalarının engellenmesidir. Bu bağlam itibariyle;
ülkenin gündeminde olan kimi konuları ‘konuşulamaz’ başlıklar olarak
değerlendirmek ve konuşmak isteyenlere karşı baskı uygulamak, otoriter
zihniyetin dışa vurulmasıdır. Bu tarz siyaset etme anlayışı siyaseti
dondurmakta, siyasi alanı daraltmakta ve halkın siyasetten umudunu kesmesine
neden olmaktadır. Şu an var
olan iki siyasi blokta yer alan kimi partilerin sergilemekten kaçınmadıkları bu
yaklaşım sorunludur. Son tahlilde, partilerin görüşleri konusunda karar verecek
olan seçmendir, diğer siyasi partiler değil.
Burada sorunlu olan diğer bir konu ise birilerinin
ideolojik pozisyonlarını dayatması, öteki partilerin ise kendi siyasal
görüşleri konusunda mücadele vermekten çekinmesi ve maslahatçı bir tutum
sergileyerek ‘susmayı’ tercih etmesidir. Yani; ittifak denklemine ‘zarar
vermemek’ için ‘susmak’. Hem siyaset yapmak için ortaya çıkmak hem de
dayatılan baskılardan sonra ‘susmak’. Bu; siyasi alanı daraltmanın yanı sıra,
umudu da tüketmektedir. Umudun tükenmesi ise gücünü milletten almayan kimi
çevrelerin kendilerine anlam atfetmelerine ve alan kazanmalarına yol açabilir.
Yani; ‘kayıt dışı politik merkezleri’ güç kazanabilir. Darbeler, siyaseti
dizayn faaliyetleri, iç çatışmalar, toplumsal kutuplaşma gibi müdahalelerin
tümü siyasetsizliğin ve ‘kayıt dışı politik merkezlerin’ ülkeye
yaşattıklarıdır.
İTTİFAK İÇİN ‘SUSMAK’
İdeolojik baskı ve mürebbiyeci tutum kadar problemli
olan ikinci yaklaşım, ittifak geleceği adına, diğer partilerin ‘susmayı’
tercih etmeleridir. Susan partilerin ve isimlerin geçmiş siyasi tutumları
incelendiğinde, bahsettiğimiz durumun yeni bir tarz olduğu görülür. Dün
konuşan, tartışan, fikir açıklayan, düşünceleri için mücadele edenlerin bugün
susmaları, siyasetin geleceği açısından önemli bir sorun. Bu arada şunu da
belirtmekte yarar var; son yıllarda somutlaşan ve temel ideolojik meselelerde
yol haline gelen ‘suskunluğa’ dayalı siyaset tarzı, tek bir partinin
meselesi değil. Bu durum muhafazakâr gelenekten ve çevreden gelen aktörlerin
temel sorunu.
KARŞITLIK SİYASETİ
Muhalefet blokunu oluşturan partilerin seçime ilişkin
motivasyonları dikkate alındığında, durdukları yer ‘karşıtlık’ siyaseti.
Kategorik olarak bir siyasal görüşe, partiye veya aktöre karşı olmak mümkün.
Ama bu tutum siyasi hareketin temel motivasyonu haline gelmişse, sorun var
demektir. 19 yıllık bir iktidarı eleştirmek ve karşıtlık üzerinden siyasi
pozisyon elde etmek kolay ve ‘konforlu’ bir siyaset yapma tarzıdır. Konfora
rağmen, karşıtlığa dayalı siyasetin ne tür sonuçlar doğuracağını kestirmek
mümkün değildir. Bu siyaset tarzı hem karşıtı tahkim edebilir hem de siyaseti
anlamsızlaştırabilir. Ülkeye katkısının olmadığı ise ayrı bir mesele.
Bu noktada üzerinde durulması gereken diğer bir sorun
ise siyasi bir pozisyon olan karşıtlığı ‘demokratlık’, ‘demokratik
duruş’ olarak sunma çabalarıdır. Bu hem doğru değil hem de demokratik
ilkelerle bağdaşmaz. Siyasi bir anlayışa, partiye, lidere karşı olmak siyasal
bir pozisyondur. Bu pozisyon ise tek başına, demokrat olmak için yeterli
değildir. Çünkü karşıtlık, siyasal ve ideolojik kimlikleri biçimlendirmez.
Sadece var olan motivasyonunu açıklar.
Demokratlık; ‘özgürlüğü’ referans almayı,
özgürlük ve haklar konusunda tutum sahibi olmayı gerektirir. Yani; insan
haklarına koşulsuz saygı göstermektir. İnsan hakları ise kişinin kim
olduğundan, renginden, milletinden, inancından, kıyafetinden, sahip olduğu
makamdan, yapıp ettiklerinden bağımsız olarak, herkesin ‘insan’ olmak
bakımından sahip olduğu haklardır.
Unutulmasın ki; birisinin karşıtlığına indirgenmiş ‘demokratlık
pozu’, Türkiye’ye anlamlı bir vizyon sunamaz. Demokratlık perspektifi,
ilgililerin ülkeye, bölgeye ve dünyaya dair vizyonu ve öyküsü üzerinden ortaya
konulmalıdır.
SİYASETSİZLİĞİN ÇIKARACAĞI SORUNLAR
Yeni partilerin kurulması ve karşıtlık siyasetinin güç
kazanması, kimi siyasi partilerin iktidar olma umudunu artırdı. Özünde
aritmetik hesaplara dayalı bu umudun, sonuç verip vermeyeceğini zaman
gösterecek. Ancak bu siyaset etme tarzının, başka bir ifadeyle aritmetiğe
dayalı siyasetsizliğin, araştırmalarda oy oranları düşük çıkan partileri
etkileyeceği açıktır. Bu durumu birkaç nokta üzerinde toplamak gerekirse;
1- İttifak yaklaşımının ortaya çıkardığı diğer bir sorun, blok içindeki
partilerin karşıtlık motivasyonu etrafında toplanmış olmasıdır. Kimileri bunu
olumlu gibi görebilir. Ancak ideolojik ve siyasal zeminleri farklı olan
partilerin, salt karşıtlık üzerinden biraraya gelmelerinin, siyasetsizliği
dayatacağı açıktır. Çünkü meseleleri ve ideolojik konuları konuşmaktan özenle
kaçınıyorlar. Bu ise oy oranları açısından ‘küçük’ olan partiler için bir ‘öğütme’
ve ‘dönüştürme’ sonucunu doğurabilir. Yani; ittifak denklemini korumaya dayalı ‘siyasetsizlik’,
sadece ‘büyük’ partilerin işine yarayabilir.
2- Mevcut ittifak denklemlerinin temel sorunlarından birisi de; var olan
ideolojik farklılıkları konuşmadan ‘yokmuş’ gibi yapmak ve partiler arası
ilişkileri ise birbirini tanıyan ‘arkadaşlar’ üzerinden yürütmektir. Buradan
hem sağlıklı bir ilişki gelişmez hem de ülkenin sorunlarını çözmeye yönelik
politik önermeler çıkmaz. Son tahlilde, ikircikli ve maskeli bir siyaset tarzı
gelişir. İttifakı korumaya endeksli ve ideolojik tartışmaları ötelemeye dayalı
siyaset yapma tarzı var oldukça, seçmen bu partilere neden oy versin? Bununla
birlikte; yukarıda bahsettiğimiz gibi kimi partilerin anayasaya ilişkin
‘konuşulamaz’ pozisyonları gündeme gelmez. Kimi partilerle açık bir biçimde
yürütülen ittifak, kimilerinden ‘esirgenir’ ve onlarla örtülü bir ilişki
sürdürülmek istenir. Bu tür örnekleri çoğaltabilirsiniz.
3- Üzerinde durulması gereken bir diğer konu, ittifak denklemlerine mahkûm
olmanın, zaten iki kutup üzerinde tahkim edilen statükoya katkı sunmaktan öteye
geçmeyeceğidir. Bu denklemi korumak gerekiyorsa, ‘yeni parti’ olmanın anlamı
yok. Bu doğru değilse yapılması gereken, yeni bir alan, zemin, tarz, söylem,
politika kazandırmaya odaklı siyaset anlayışını devreye koymaktır ve siyasetin
daha anlamlı bir zeminde ilerlemesi için çabalamaktır. ‘Yeni’ olmak; siyaset
üretmek, toplumsal kesimlerle iletişimi artırmak, demokratik talepleri
seslendirmek ve statükoyu korumaya endekslenmiş ittifak denklemlerine ‘esir’
olmamaktır. ‘Yeni’ olmak, sistem ve statüko ‘jandarmalığı’ yapan bir
denklemin parçası olmak değildir.
Sonuç itibariyle; siyaset yapmadan seçim ittifakına
mahkûm olmak hem siyaseti tüketir hem de ülkenin geleceğini ipotek altına alır
ve öngörülemeyen kimi sorunları tetikleyebilir. Bu nedenle; Türkiye’nin
taktiksel suskunluğa değil, çok sesli, çok renkli ve çok fikirli tartışmaya
ihtiyacı var.
ADNAN BOYNUKARA KİMDİR?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.