Ramazandayız. Tevbe ayındayız. Yani tam mevsiminde…
Tevbe,
yaptıklarımızın çizgi dışı – kural dışı, dini anlamda -günah- olduğunun,
dünyada temizlenilmezse ebedi alemde karşımıza çıkıp bizi mahcup edeceğinin,
hesabını vermek zorunda bırakacağının bilinmesi ve ondan arınma yolunun
aranması anlamına gelir. Bazı davranışlar Allahın hukukunu ihlaldir, onlardan
Allaha yönelik yakarışla arınılır, ama başta insanlar olmak üzere diğer
varlıklara yönelik hukuk ihlalleri ancak onlarla helalleşilerek af – arınma
konusu olabilir.
Tevbe süreci,
ancak kural dışılığın farkında olmakla başlar. Allah’ın hukukunu ihlal
ettiğinizi fark edebiliyorsanız, ya da yaptığınız işin birisinin hukukunu
çiğnemek anlamına geldiğinin farkındaysanız ondan arınma ihtiyacı
hissedersiniz.
Allah’ı unutarak
yaşıyorsanız, o alandaki hukuk da ihmal edilir.
Bunun yanında
günlük hayatta hukuk hassasiyetiniz kalmamışsa, kendi çıkarınız için her şeyi
yapabilecek bir ben- merkezciliğe saplanmışsanız, sizin için hukuk ihlalleri de
olağan hale gelir.
Zaman zaman şu
salgın dolayısıyla gündeme geliyor: Virüs taşıyıcılığı yapmanın vebalinden söz
ediyorum. Sizin yüzünüzden birisi Covid-19’a yakalanmış ve hayatını kaybetmişse,
onun ölümünden sorumlu olursunuz, deniyor. Nasıl kurtulunacak bu -vebal-den?
Aslında dinin
hukuk duyarlılığının bu çerçevede ele alınması son derece önemli. Doğru olan da
bu. Trafik kuralı ihlali ile birisinin canına kastedilmişse, dinin bunu cinayet
saydığını bilmek, doğru bir din algısıdır.
Şimdi buradan
baktığınızda, şu an, adeta çıldırmış bulunan Covid - 19’un ülke çapında
yayılmasına yol açan o lebalep – tıklım tıklım kongrelerin vebalini nereye
koymak gerekir? O işin dini açıdan da sorumluluk gerektirdiğinin farkında
olunamamış mıdır? Memleketin vebali nasıl bir tevbe ile temizlenir?
Buradan
bakmak evet…
Bakmıyoruz
genellikle… İşimize nasıl gelirse, keyfimiz neyi isterse, bize
dokunmayacağından emin olursak -nasıl emin olunur o da ayrı ya- her şeyi
yapıyoruz.
Özellikle siyaset
bütün sınırları çiğneme hakkı veriyor yukardan aşağı herkese…
Şu 104
Amiral işi mesela… Kürsü kürsü yargısız infazdan geçilmedi… Birileri apolet
bile söktü peşin peşin. Belli ki -siyaset için her şey meşru- yaklaşımı
etkiliyor herkesi…
Oysa “masumiyet
karinesi” tam da böyle yargısız infaz yapılmaması, yani kişinin hukukunu
korumak içindi. Oysa “Damgalanmama hakkı” tam da bunun içindi. Yani
insanları korurken, başkalarını da hukuk ihlalinden korumak gibi bir misyonu
vardı. Ama başkasının hukukunu çiğnemenin nasıl bir yük getirdiğinin farkında
olan için…
Dini
hassasiyetleri olan kişilerin oluşturduğu bazı watshap gruplarını takip
ediyorum. Bazen siyasi görüşler de paylaşılıyor. Videolar, şunlar bunlar…
İsimler vererek düşmanlaştırılan kişiler hakkında ağır ithamlara yer veriliyor.
Üstelik “bunları başkalarıyla da paylaşın ki herkes görsün” gibi
uyarılar eklenerek. Zehir taşıyan videolar yürek yürek dolaşıyor. Bunu yapanlar
şu iki soru üzerinde düşünürler mi acaba? “Kimlere ulaşmıştır ve nasıl
önlenir bu -gıybet virüsü-nün bulaştırıcılığı? Ve nasıl af dilenir de kul
hakkından kurtulunur?”
İnternet ortamı
kişilik katlinin - haysiyet cellatlığının kıtalar ötesine ulaşma potansiyelini
sağlıyor. Üstelik silinemediği takdirde -ki çoğu zaman silinemiyor- ebediyyen
orada bir günah çukuru olarak kalıyor. İnternet saklıyor dosyaları. Bir gün bilgisayarlara
bir komut verilecek, tüm haysiyet cellatlığı dosyaları tek dosyada toplanıp,
cellatların iddianamesi olarak ortaya konacak.
Herkes emin olsun
ki Allah’ın yazıcı melekleri de ondan çok daha kesin kayıtlar tutuyor.
Ramazan’ı
önemseyenler, dini önemseyenler, Allah’ın “buluşma -likaullah” vadini
önemseyenler, Ahiret yurdunu önemseyenler, Kitabını okurken yüzünün
kızarmasından endişe duyacak olanlar…. Yarına ne gönderdiklerine dikkatlice
baksınlar…
Tam mevsimindeyiz.
Herkes kendi hesap defterini önüne koysun ve artıları eksileri dikkatlice
süzsün. Evet, virüs taşıyıcılığı da konsun o muhasebe defterinin bir yerine…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.