Böcü zade Süleyman Sami’nin kaleminden o dönemde yaşananların bir bölümü:
“- Belediye reisliğim zamanında Isparta'nın "Sidre dağında" çocuğu olmayan kadınlara ilaç satan şeyhe rastladım. Tutuklattıp sınır dışına çıkarılmasını emrettiğimde "ben çıkacağım fakat bu memleket batacak" diye bağırdı.
- Abdülaziz döneminde ıslahata başlanacağı
ilan olduğunda hoca kılıklılar "din kitabından başka fen ve sanat
kitapları okumak, Avrupa usullerine uymak kafirliktir" demeye başladı.
Namaz, oruç, zekat ve hacdan başka şeye önem vermiyorlardı.
- Avrupalılar kapitülasyon sayesinde en
yakın limanlardan Anadolu içlerine kadar yayılıp ucuz mal satmaya başlayınca
yerli sanatlar ve el işleri eski halini kaybedip mahvolmaya başladı.
- Abdülhamit döneminde zavallı halk
bir şey demeye ve bir hak istemeye cüret edemeyince hükümet ne isterse
sormaksızın onu veriyor, çoluk çocuğu aç kalsa da ölmeyecek kadar bir ekmek
parası bulmaya çalışıyordu.
- Osmanlı vapurları İstanbul'dan İzmir'e, İzmir'den
İstanbul'a dört günde anca giderdi. Gayet çürük, pis idareli şeylerdi. Bunlara
dilenci vapuru derlerdi. Parası olan yabancı vapurlara binerdi.
- Türk kazanır, Arap yer zengin olmak
istersen Mısır'a git derler. Ne yapalım, usulümüz böyle kurulmuş.
- İzmit'in Kandıra kazasına Sadık Bey'in
atandığını öğrendim. Sınav ne zaman oldu diye sordum. "Padişah açıktan
tayin etti. Ona bir şey sormaya ve söz demeye kimsenin yetkisi ve cesareti
yoktur" dediler.
- Bakımsız ve sahipsiz bırakılan Anadolu,
vergi tahsil etmeye gönderilen memurların keyfi hareketlerine maruz kaldı. Sık
sık Yemen'e, Karadağ'a, Girit'e gönderilen asker gönderildiği için geriye kalan
ihtiyarlar tarlalara zor yetişir oldu.
- Saray'ın Ramazan ve bayram günleri
tahsisatı için büyük paralar tahsil edildiğinde çok kimseler hapislere
tıkılarak işkence gördü. Çok zaman göz yaşları dinmez, para darlığı bitmez
oldu.
- Anadolu insanı "İstanbul ahalisi
hem vergi vermez hem askere gitmez, zevk ve sefada yaşayacakları paraları
bizden çıkarır" diye vaki vakit ağlaşır, dertleşir. Anadolu ahalisinin
halleri bundan ibarettir.
- Isparta'da 50-60 kilometrelik yol yapmak
için mühendis talep ettim. Bakanlığa yazıyoruz, cevap vermiyorlar. Mühendisler
başka yerde çalıştığı için mühendis veremediler.
- Padişahların sarayına en zor
giren şey doğruluktur. Onların tarafında bulunanlar doğruluğu kendilerinden
bile saklar. Bunlarda taşra için hayır ve menfaat beklemek adeta saf dilliktir.
- Bir gün feshaneye gittim. Defterde 800
işçi kayıtlıyken 400 kadar işçi çalışır gerisi Hasan Paşa'nın adamları
olduğundan işe gelmez, çalışmaz ama paralarını alırlar.
- Feth-i Bülend isimli geminin
tamiri üç dört senedir bitmiyor. Nedenini sordum. Tamir bittiğinde
Trablusgarp'a gideceğinden mürettebat tamiri bitirmiyor. İstanbul'un zevk ve
sefasından ayrılmak istemiyorlar. Taşradaki görevlerine başkalarına idare
ettiriyorlar.
- Yoklama memurunun deftere nokta
koyduğunu gördüm. Nedir diye sordum. Subay listesi olduğunu, maaşları
kesilmesin diye her gün yoklama aldığını, çoğunu tanımadığını söyledi. Ay
başında gelip paralarını alır, İstanbul'da yaşarlarmış.
- Ada'da bulunan Hristiyan okulunun
durumunu görünce bizim İslami okulların geriliğini anladım.
- Bizden neden bir Moltke (Ünlü Alman
Mareşal) çıkmadığını sordum. Mustafa Kemal Bey vardır ki dikkate alınırsa nice
Moltke'leri şaşırtabilir. Ne çare ki yeni terfi ettiği küçük rütbe ile
Balkanlarda gezdiriliyor. Önemli mevkiye getirilmiyor. (1911)
- İstanbul'dakiler memuriyetle geçinir.
Dışarıya gitmez. Halka menfaatli iş takip etmez. Para gelsin bekler. Paralar
zevk ve sefaya yetmez. İstanbul sanki mirasyedi bir çocuk...
- Dışişleri bakanlığında bir
sandalyenin 17 (evet yanlış okumadınız) sahibi var. Şura-yı Devlet Başkatibi
Hacı Vasfi Efendi, üç daireye 18 kişi gerekirken 47 kişi verildiğini söyledi.
Çoğunu tanımazmış.
- Geçenlerde mektebin civarındaki evde 15
talebe gördüm. "Biz köylüyüz, okula şehirliler devam edecek, köye
dönersek geri kalmış olacağız, bildiğimizi de unutacağız, bu nedenle burada
kalıyoruz" dediler. Aferin, Allah niyetinize göre versin dedim.
- Şimdi (Cumhuriyet dönemini kastediyor)
halktan herhangi bir rüşvet isteyen memur cezalandırılıyor. Eskiden böyle miydi
ya! (Eskiden) bir müdür hakkında bile delili olan suçlama olsa padişahtan izin
alınmadıkça bir şey söylenemez, ne olacağı bilinemezdi.
- Eskiden, Uluborlu kazasına
kaymakam olan 70 yaşında bir zat tanıdım. Okuma yazması yoktu. Nasıl tayin
edildiğini sordum. Kasap başı iken, Defterdar'ın ailesini İstanbul'a götürdüğü
için için mükafat verilmiş.
- Yarım asırlık siyasi hayatımda 40 vali,
15 muhasebeci, 10 jandarma kumandanı, 60 kaymakam tanıdım. Bunların 8-10
tanesinden başkası okuma yazması yoktu. Yüreğim sızlardı.
- İstanbul erkânı memuriyetleri
verirken kaabiliyete bakmaz, hizmet meselelerini umursamaz, tavsiye (referans)
veya rüşvet ile, kimini de tehdit ile dağıtırdı.
- Ziraat Bankası şube katipliğine tayin
olunan Hakkı Bey Arapça'dan başka Türkçe'yi bile doğru dürüst konuşamaz,
okuyamazdı.
- Cumhuriyetimizde hiç böyle şeyler
görülüyor mu? Göreve layık olmayan kimseler kimin evladı, damadı, akrabası veya
adamı olursa olsun kabul olunuyor mu? En küçük memuriyetlere sınavsız kimseler
alınıyor mu?
- Eskiden il muhasebecileri, nüfus
memurları, jandarma subayları hesaptan anlamaz, güç okur, yalnızca memurların
evraklarını mühürler, görevlerini bundan ibaret bilirlerdi. Hesap bilmesi
gereken memurları Rum ve Ermenilerden seçerlerdi. Onlar iyi anlarlardı.
- Saltanat devrinde çoğu zaman üç beş ayda
bir maaş verilirdi. Defterdar için "çıkmıyor canı gibi aylığı
defterdarın" denirdi. Şimdi (Cumhuriyet'i kastediyor) üç aylık
peşin veriliyor. Maaşları her ay aldığımız için başımızı secdeden
kaldırmıyoruz.
- Eskiden askere gidenlerin yüzde onu geri
dönemez, bunların maaşları ana babalarına verilmez, zimmet edilirdi. Şimdi
askere gidenlerin maaşları Ziraat Bankalarından havale suretiyle verilmekte.
Hamdolsun.
- Eskiden köylüler öşür yüzünden iki
senede vücuda getirdiği hasılatı Rum ve Ermeni emanet memurlarından kurtarmak
için çok çabalıyordu. Şimdi bunun kaldırılması sayesinde köylü harmanı hemen
kaldırıyor ve tohumluğu, çift hayvanı, edevatı eksik ise Ziraat Bankasından
alıyor.
- Eskiden köylüler hastalandığında kendi
bildikleri koca karı ilaçlarıyla, köy hocasının muska ve üfürüğüyle iyi
olabiliyorsa olur, olamazsa ölürdü. 1901 senesinde 500 nüfuslu bir köyün 114'ü
vefat etmişti. Şimdi her vilayet hastanesinde yapılan harkulade işler
işitilmiyor mu?
- Eskiden Ramazan ve Bayram günleri eski
usulle tespit edilirdi. Bu nedenle bir köy oruçlu iken üç beş saat ötedeki köy
oruç tutmazdı. Bir belde bayramlı bir belde bayramsız, karmakarışık giderdi.
Şimdi Diyanet telgraf sayesinde her tarafa tebliğ edebiliyor.
- Şimdi Cumhuriyet her tarafta mektep
açıyor. Fabrikalar yapıyor. Çocukları mektebe göndermeli. İlim öğretmeli. Bazen
eskiden, çocukluğumda dinlediğim vaazları hatırlar gülerim. Bir vaiz, bir göle
bir damla şarap düşse, göl kurusa bile orada mescit kurmak caiz değil demişti.
- Eskiden yağmuru meleklerin
yağdırdığı, depremlere günahların sebep olduğu vaaz edilirdi. Şimdi hiçbir hoca
kılıklı, kıyafet giyip kendi kendine kürsülere çıkıp hurafe yayamıyor.
- Eskiden padişahların gönderdiği
adamların emirlerinde esaret içinde yaşıyorduk. Bunların yüzlerine değil,
konaklarının kapılarına bile bakamıyorduk. Bizi gördüklerinde "dağdan
hemuncuk gelmiş gödük Türk" diye hakaret görüyorduk. Devr-i Hamidi'de
buna benzer neler gördük.
- Şimdi halk hükümetimiz, kabahatli
görülen Türk'ümüz hak ve hürmete nail oldu. Hepimiz iftihar ediyoruz. Niçün
etmeyelim?
- Eskiden ekserisi ecnebi ve yüksek maaşlı
Rum ve Ermeni memurları dolu "Duyuni Umumiye" binasının
kapısına şimdi Türkiye Cumhuriyeti yazılı levha asılıyor. İçinde Türk
gençlerini görüyoruz. Hamd olsun bunu da gördük. Senden evvel gelip
geçenlerden ibret al, senden sonra geleceklere ibret alacak şeyler bırakmamaya
çalış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.