DİN İLE HAYAT ARASINDA BAĞLANTI NE ZAMAN KOPUYOR?
"Realist olmayıp tarihi, tarih
olarak okumayıp da tarihi şahsiyetleri İslam'ı katıksız temsilci olarak sunmaya
başlayınca din ile hayat arasında kopuş başlıyor ve insanlar 'Bu kişilere gibi
olmak bizim ne haddimize' diye düşünmeye başlıyor. Halbuki din hayatın
içindedir; Allah'ı Resul'ü hatasızdır onun dışında herkese bunun dinin mesajını
alabildiği kadar alır, yaşayabildiği kadar yaşar.
Sahabe döneminde de savaşlar
vardır, birbirini öldürmüşlerdi. Onlar da insandır. Dini biraz hayatta kopuk,
pembe bir atmosfer sunmaya başlayınca iyilik ettiğimizi düşünürken, farkında olmadan
insanları koparıyoruz. Ya tarihte kayboluyorlar ya da tarihte yalnızlaşıyor.
İnsanlar tarih ve dinle yalnızlaşıyor. Halbuki din yalnızlaşma için değil,
hayatın içinde Allah'ı mesajını, davetini yaşayarak yürüyen bir şey. Kanı, canı
olan bir Müslüman olabilmek önemli."
"TARİHİ ANLATILAR İNSANLARA
YETMEYE BAŞLIYOR"
'Tarihte yaşanmıştır, en güzel şekli ile
yaşanmıştır. Ondan sonra giderek zaman kötüleşecektir. İslam'dan uzaklaşma
olacak. Artık kıyamet alametleri gelecektir. Bir Mehdi gelecek ve kurtaracak'
şeklinde bir mesaj verildiği vakit, insanlar dini kendi hayatları içinde, kendi
gönülleri içinde aramayı bırakıyor. Daha çok tarihte aramaya başlıyor.
Tarihteki kişileri de abartılı bir şekilde anlatınca o hayal dünyası insanlara
yetmeye başlıyor."
Dinin tarihi ile Müslümanların tarihinin
farklı olduğu ifade eden Bardakoğlu "Dinin tarihi ile Müslümanların
tarihini iç içe yaparız. İngiltere ya da Almanya tarihi deriz ama bizdeki
tarihe İslam tarihi deriz. İslam tarihi olunca, insanlar da İslam'ı arayınca
tarihte buluyorlar. Tarihteki örnekleri zihinlerinde yaşatıyorlar. Ve hayatta
kopuyorlar"
"HZ. ÖMER OLAMAYIZ AMA
İLKELERİNİ YAŞATABİLİRİZ"
"İlahiyatta iki temel ilim vardır.
Fıkıh ve kelam. Bunların yaptığı en önemli işlev; tarihi malzemeleri ayıklayıp
onlardan uygulanabilir bir takım ışıklar çıkarmaktır. Hz. Ömer büyük bir
sahabe. Fakat mesele Hz. Ömer olmak değil, onun çizgisini anlamak ve o ilkeleri
hayatımıza indirmek zorundayız. Yaşanmış hayatı tekrar yaşamamız mümkün değil.
Ebu Hanife'yi, İbn-i Rüşti'yi, Gazali'yi
elbet anlamalıyız fakat Gazali'nin tıpa tıp aynısı olamayız. Onun yaşadığı
dönem ve olayları farklıydı. Tarihi tarihin içinde bir kesit olarak görmek,
onun dinle bağlantısını ayıklamak ve alacaklarımızı bu tarafa getirmek
gerekiyor. Örneğin, sünneti hayatımıza taşıyabilmek için Hz. Peygamber'i
anlamak gerekiyor. Yoksa kerpiçten evler yapıp hasırda yatarak sünnet ihya
olmaz. Hz. Peygamber de bizden böyle bir şey istemedi.”
"ZİHİNLERDE 'DİNDAR' VE
'SEKÜLER' BİRLEŞİMİ VAR"
“Hz. Peygamber'i koyduğu sistemi,
hedefleri ve ilkeleri gerçekleştirebilecek bir canlılık içinde olunmalı. Çünkü
İslamiyet dinamik bir din. Fakat Müslümanlar Hz. Peygamber'i bir türlü gönül
dünyalarına indirmeyi başaramadılar. Sadece rivayetleri okuyarak o günkü
mizanseni zihinlerinde yaşatıyorlar. Bu sefer zihinde iki bölüm oluyor.
Birincisi tarihteki dinler yaşıyor. İkincisi ise Müslümanların bugün hayatı
yaşıyor. Müslüman zihin dünyasında sekülerliği ve dindarlığı bir arada hiç
birbirine dokundurmadan yaşatabiliyor. Ve böyle iki ayrı kimliği ve kişiliği de
olabiliyor"
Din ile ahlak arasında bir
paralellik vardır. İslam'ın özü ve temel dayanakları ile ilgili 3 şey sayarım.
Birincisi inanç vardır temelde; Allah'ı tanıma ve bilme. Ondan sonra Allah'a
olan şükran ve minnet duygularımızı, belli kural ve yasaklara uyarak yerine
getirme. Üçüncüsü de ahlaktır. Hatta sosyal hayatta, aile hayatında dinin
getirdiği kuralların, tavsiyelerin tamamı ahlak inşasına yöneliktir."
"Namazın, orucun bir şekli
vardır. Ama sadece şekle kanmayın, bu şeklin içini doldurmak size aittir. Ne
kadar doldurabilirseniz, ibadetlerin amacına da o kadar yaklaşırsınız. Ahlak
deyince çok dar çerçevede düşünüyoruz.
Mesele sadece bir fakiri doyurmak
değil, kamusal ahlak da var. İyi bir ahlak toplumu olmak için önümüzde engel
var mı? Ahlaklı olmak için dini anlamam tarzımız burada önemli. Burada din
adamlarımızı, aydınları ve vatandaşın kusuru var. Ve bu dinin başarısızlığı
değil, bizim başarısızlığımız. Çünkü başarı dinlere ait olmaz, dinin aramızda
yaşaması için özel bir polisi, jandarması, meleği var mı? Yok. Din hayata yansıyacaksa,
kim yapacak bunu? İnsanlar yapacak?"
Ahlak inşası görevinin
Müslümanlarda olduğunu hatırlatan Bardakoğlu "İslamiyet ile Müslümanı
ayırmadığımız zaman ve bütün beklentiyi İslam'a yönettiğimiz vakit, o dini
anlamadık demektir"
“ALLAH AFFEDER DİYE ANLARSAK
ÇİZGİMİZ OLMAZ"
"Cihadı ve fetvayı 'Allah affeder'
diye anlarsak, bırakın toplum ve ümmet olarak birey olarak bile çizgimiz olmaz.
Müslüman o zaman her an, her şeyi yapabilen bir insan tipine dönüşür.
Müslümanlar kamusal ahlaka ve
düzenli bir sosyal hayata alışmak zorundadır. Cihat anlayışı, Allah rızası
anlayışı, ahirette Allah affeder anlayışı hiçbir zaman bizim dünyadaki ahlaklı
davranışlarımızın altını oymamalı. Bizim tarihimizde isteyen istediği fetvayı
seçsin anlayışı yoktur. Postmodern bir anlayış bu. Kim kendisine kolay fetva
verecekse kapısını çalıp fetvayı alıyor. Böyle bir din olabilir mi?"
"Müslümanlar kamusal ahlaka ve
düzenli bir sosyal hayata alışmak zorundadır. Cihat anlayışı, Allah rızası
anlayışı, ahirette Allah affeder anlayışı hiçbir zaman bizim dünyadaki ahlaklı
davranışlarımızın altını oymamalı. Bizim tarihimizde isteyen istediği fetvayı
seçsin anlayışı yoktur. Postmodern bir anlayış bu. Kim kendisine kolay fetva
verecekse kapısını çalıp fetvayı alıyor. Böyle bir din olabilir mi?
Başına İslam getirdiğimiz her şey
sorun olabiliyor. Kısa bir ayet okuyup da bütün duygularını, öfkelerini,
beklentilerini 'Allah diyor ki' diye söylemek büyük vebaldir. Eski
kitapları okudukça hayattan kopma arttı ve insanların dini rehberlik yapma
kabiliyetleri azaldı.
Allah'ın dini açık ve kolay. Öyle
içine gizemler katmaya, kendi dünyamızın teferruatlarını katmaya gerek yok.
Allah'ın dini belli. Helalleri belli, haramları belli. Suyun akışı kadar kolay.
Din diyeceğini dedikten sonra,
başarı insana aittir. Allah dünyayı özgür irade ile yarattı. Bu özgür irade ile
insanoğlu sürekli kötülük üretebilen bir tabiatta. Bunları sıfırlamak mümkün
değil. Her şeyi dinden bekliyoruz. Neden?
Tarihi tecrübeleri, tecrübe olarak
görmek ve dinin doğrudan içine yerleştirmemek gerekir. Bu çok önemli bir ilke.
Müslümanların tarihindeki tecrübeler o günkü tarihe, coğrafyaya, bölgeye,
şartlara aittir. İslam dindir. Bir siyasi rejim değil, bir ekonomik model
değil. Dini din olarak anlamak lazım.
“İnsanlığın yaşadığı bütün
tecrübeler, dinden rahmetini alabilir. İslam'ın rahmeti, adaleti, şefkati, ahlakı,
bütün insani tecrübelere ayrı ayrı yansıma kabiliyetine sahiptir. Dinin
evrenselliği ile bunu kastediyoruz. Evrensel bir din bu."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.