Bir Ramazan’ı daha yaşamaya başladık. Bu Ramazan iklimini, Müslümanlığımızı samimiyet noktasında yeniden tahkim etmeye vesile kılalım diye, Rasulullah’ın -Din samimiyettir- hadisi şerifi üzerinde yeniden düşünelim istedim.
Müslüman herhangi
bir davranışı icra ederken Rasulullah’ın “Ameller niyetlere göredir”
hadisi şerifini unutmamalıdır. Çünkü o
hadisi şerif bize, icra ettiğimiz ve amel defterine geçecek olan şeyin nasıl
geçeceği ikazını yapmaktadır. O davranışın içi dinen boş mu dolu mu, bizim
yarınlarımız için olumlu mu olumsuz mu olduğu noktasında bir teyakkuzu görev
olarak bildiriyor. “Niyetini sağlam tut” diye uyarıyor. “Sağlam tut”un
içini de, daha sonraki ifadeleriyle “Allah’a ve Rasulüne yönelik olsun”
diye temellendiriyor.
Hadisi bir kere
daha okuyalım:
“Ameller
niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Kimin
hicreti Allah ve Resûlü için ise, hicreti Allah ve Resulü içindir. Kimin de
hicreti dünya malı veya nikâhlayacağı kadın için ise, hicreti onun içindir.” (Buhârî, 1,50; Müslim, İmâre, 155; Riyâzu’s-Sâlihîn, 1; Câmiü’s-Sağîr, 1/1)
Hadisi şerif gayet
açık. “Hicretini sorgula”, diyor Rasulullah. Allah ve Rasulü için mi
yaptın onu, nikahlayacağın bir kadın ya da dünya malı için mi? Çünkü hangisine
niyet etmişsen onun karşılığını alacaksın. Dünya malı ya da bir kadına kavuşmak
için yola çıkmışsan, onu Allah ve Rasulü için gibi gösterme, çünkü aldanırsın,
kendini aldatırsın.
Hadis bize, “Dünya
malı veya nikahlayacağımız bir kadına kavuşmak için yola çıkılmaz” demiyor,
elbet insan dünyada bu tür dünyevi gayeler için de hareket edebilir, ama
bunların birbirinin yerine ikame olacağı gibi bir his, yanılgıdır.
“Samimiyet
sınavı” dediğimiz “kalbi hassasiyet” burada devreye giriyor.
Ve Rasulullah
Efendimiz -sallallahü aleyhi ve sellem- in “Din samimiyettir” sözleri
mü’min için son derece hayati bir ikaz haline geliyor. Hayati, çünkü “amel”
dediğimiz, insanın tüm davranışlarının “Ahiret kalitesi”ne yönelik bir
uyarı niteliği taşıyor.
“Din
samimiyettir” sözü neyi ifade ediyor?” sorusu üzerinde
düşünelim:
-Din ile
oynama, demek bu.
-Dini oyun
ve eğlence haline getirme.
-Dini kendi
çıkarlarına alet etme.
-Kendini
iknayı değil, Allah Teala’yı iknayı hedefle. “Bu davranışımdan Allah Teala razı
mı?” diye düşün.
-Bir
davranışı seçerken, ruh dünyanın nefsi kıvrımlarında dolaşmak yerine “Allah’a
karşı sorumluluk” netliği içine gir.
-Niyetini
arındır, temizle, bozma. Her davranış için kalbinde bir niyet sorgulaması yap.
Kur’an’da “Dini
yalnızca Allah’a has kılma” uyarısı da yapılır sık sık. Bu da “samimiyet”
ikazıdır.
Aslında, bir
bütünlük içinde dini Allah’a has kılmak veya kılmamak “iman” farkıdır.
Yani dini bütün olarak Allah’a has kılan mü’mindir, başka herhangi bir gücün
dinine yönelen ise mü’min değildir.
“Dini
sadece Allah’a has kılma” ikazının mü’mine yönelmesini,
amellerimizin – davranışlarımızın teker teker iç tutarlılığı ve samimiyet
boyutu açısından dikkate almak gerekiyor.
Bazen şeklen “dini
olan” bir davranışta bulunuruz, ama manen içi boşalmış olabilir. Çünkü “niyet
bozulmuş”tur.
Şöyle bir
soru üzerinde düşünürsek nasıl bir hassasiyet noktasında bulunmamız gerektiğini
daha iyi anlayabiliriz:
-İnsan
niyeti niye bozar?
Bunun şu şekilde
cevapları olabilir:
-Nefsi
hesapları devreye girer.
-Korkuları
devreye girer.
-Dünyevi
sevgileri devreye girer.
Şu söylenebilir:
Samimiyeti
kaybolmuş bir amel sanki yoktur. Aynı şekilde bir bütün olarak samimiyetten
boşalmış bir dinin de içi boşalmıştır.
Kuran’da
sakındırıldığımız “Hevasını tanrı edinen insan”, “Allah’ı bırakıp
hevaya karşı samimi olan insan demektir” dersem, nasıl bir tehlike ile
karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır.
“İnsan
niyeti neden bozar?” sorusu kadar bu süreçte geçirdiğimiz ruhi tahavvülü
anlamak bakımından “İnsan niyeti nasıl bozar?” sorusu da önemlidir.
İnsan, dinin
sınırları içinde kaldığını düşünerek sınırları zorlayan bir yığın gel-git
yaşayabilir. Rasulullah’ın işaret buyurduğu “niyet – samimiyet” alanı,
onun için mü’mine karşı uyarıdır.
Böyle durumlarda
insanın zihni tahavvülünde en çok rol oynayan psikolojik amil “meşrulaştırmalar”dır.
Yani “Yapılabilir canım, ne mahzuru var ki, zaten şu da şöyle değil mi?” gibi
bir zihni sürecin içine sokmaktır.
“Meşrulaştırmalar” çok riskli bir alandır. İnsan neredeyse bin dereden su getirir bir
meseleyi dinin ölçülerinden çıkarıp nefsi hesaplarına uygun hale getirmek için.
Orada, zihni
teşevvüş ikliminde şeytanın akıl almaz yardımlarının devreye gireceğini
unutmamak lazım.
“Meşrulaştırmalar” ortamı, insanın şeytanı yardıma çağırdığı, “Bana bir formül üret
ki, ben dinin şu hükmünü aşıp kendime bir yol bulayım, hem de günah duygusundan
kurtulayım” ortamına dönmemeli.
Her amelin özüne
samimiyeti yerleştireceğimiz bir kalbi toparlanmaya ihtiyaç var. Niyetleri
arındırmaya ve her işi “Allah için” kılmaya ihtiyaç var. Ahirete amel
defterimizde “iyilikler” diye gönderdiklerimizin kalp (sahte) çıkmaması
için.
Ramazan’da Kuran
okuyacaksak – ki okumalıyız- her davranışın içindeki “ruh hali”
açısından tekrar tekrar okumamız gerekiyor. Çünkü Kur’an bizi asıl sıhhatli bir
ruhi kıvam edinmemiz itibariyle eğitiyor. Amellerin dış çerçevesi var evet, ama
ameli “Allah için” kılan şey, dış görünüşleri değil, içine
yerleştirdiğimiz samimiyet dozudur. Dileyelim samimiyet eğitimimiz başarılı
olsun.
Not: Bu yazı Altınoluk dergisinin Nisan-2014 sayısındaki “Dinde samimiyet sınavı”
başlıklı yazımızdan özetlenerek hazırlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.