İnsanoğlunun topluluklar halinde yaşamaya başladığı ilk çağlardan bu yana yönetenleri ve tek tek bireyleri bağlayan iki temel kavram esas olmuştur; hukuk ve ahlak…
İlk dönemlerdeki site devletlerinden
modern devlete kadar geçen bütün süreçlerde ortaya çıkan farklı yönetim
biçimlerinde, kendi çağlarının coğrafi, kültürel ve sosyolojik şartlarına
paralel olarak hukuki metinler ve ahlaki ilkeler belirleyici olmuştur.
Modern devletle birlikte hukuki metinler
daha evrensel bir norma kavuşmuş ve doğal olarak hukuk yönetenleri de,
yönetilenleri de sınırlayan kurumsal bir nitelik kazanmıştır. Dolayısıyla “hukukun
üstünlüğü” kavramı günümüzdeki demokratik hukuk devletlerinin vazgeçilmez
bir vasfı haline gelmiştir.
Bu yüzden de günümüzdeki demokratik
ülkelerin gelişmiş ülke olmalarını sağlayan temel dinamikler; hukuk,
yüksek standartlara sahip özgürlükler, kaliteli demokrasi ve hesap
verilebilirlik ilkeleridir… İnsanların en doğal hakları olan özgürlüklerini
sağlamayı başaramamış, kuvvetler ayrılığı ve denge-denetleme prensipleriyle
siyasal iktidarların sorgulanmasını, hesap vermesini sağlayamamış ülkelerin
uzun vadede ayakta kalmaları ve halklarının refahını sağlamaları mümkün
değildir.
***
Evet modern demokrasilerin temel vasıfları
bu ilkelerdir, ancak Türkiye gibi henüz demokrasi kültürünü içselleştirememiş
ülkeler için ne yazık ki hukuk da, ahlak da geçerli kriterler değildir.
Denebilir ki Türkiye şu kadar yıldır eksik de olsa hukuk devleti vasfı olan,
özgürlükler ve insan hakları konusunda belli mesafeler almış bir ülkedir.
Dolayısıyla Türkiye’yi tümden demokrasi dışı ülkeler kategorisinde
değerlendirmek haksızlık olur. Elbette Türkiye’yi hiçbir “hukuk devleti” vasfı
olmayan despotik ülkelerle birlikte değerlendirmek mümkün değildir.
Ancak uzun bir demokrasi tecrübesine ve
hukuk birikimine rağmen, demokrasi kalitesi her gün biraz daha eksilen, hukuk
devleti vasfından giderek uzaklaşan bir Türkiye’nin bugün itibariyle geldiği
yeri hukukla izah etmek mümkün olmadığı gibi, ortaya çıkan tablo ahlaken de tam
bir çürümeye işaret etmektedir.
Bir hukuk devletinde ülkenin ticaret
bakanı kocasının şirketinden kendi bakanlığına dezenfektan alımı yapabiliyorsa,
bunun hukuki sonuçları olmak durumundadır. Yine aynı bakan, bakanlık imtiyazını
kullanarak kendi şirketine sanayi bakanlığından 1.4 milyon liralık yatırım
desteği alabiliyorsa siyasal etik açısından sorun var demektir. Eğer bir ülkede
yönetim makamında olanlar, kendilerini hukukla bağlı hissetmiyorlarsa ya da
hukuk onlara dokunamıyorsa o ülkede hukuk devletinden söz edilemez.
Maalesef bugün hukuk ve ahlak,
siyasetin kapısından giremez hale geldiği için kripto para ticareti yapan bir
tosuncuk 400 bin kişinin 2 milyar dolarını alarak kayıplara karışabiliyor.
Bakanlarla fotoğraflar çektiriyor, bakan yakınlarıyla ortaklıklar kuruyor ama
ne yazık ki hukuk imtiyaz duvarlarını aşmayı bir türlü başaramıyor.
***
Evlerine ekmek götürmekte zorlanan
insanların ahlarının yükseldiği bir ortamda devletin en saygın şirketlerinin
yönetimindeki isimler, eski bakanlar, eski vekiller yine devletin 10-15
şirketinden, banka yönetim kurullarından yüzbinlerce liralık maaşlar alıyorlar
ama ahlak bu insanların mahallesine hiç uğramıyor.
“Pudra şekerci” AK Parti genel
merkez elemanı milyon dolarlık lüks arabalarla kokain alemlerine dalıyor, ama
hiçbir merci “bu değirmenin suyu nereden geliyor” diye soramıyor.
Bir televizyon kanalına çıkıp
“Bizim aile şöyle elli kişiyi götürür” şeklinde tehditler savurarak açıkça kin
ve nefret suçu işleyen bir hanımefendiye hukuk hiçbir şekilde işlemiyor, çünkü
o siyaseten güçlü bir mahalleyi temsil ediyor.
Demokratik ülkelerde devleti yönetenler de, bireyler de layüsel değildirler. Çünkü hukuk devletinin kuralları herkes için geçerlidir, ama Türkiye hariç…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.