Zincirler kırıldı ve Ayasofya
açıldı. Görüldü ki kırılması gereken bir zincir bile yokmuş. Muhalefet ilk
namazda saf tutmaya hazırdı, dışarından gelen tepkiler de “Aman Ali Rıza Bey
ağzımızın tadı bozulmasın”ı geçmedi.
‘İçimizdeki Bizans’ın çocukları’ diyerek kılıcını
çekmiş Malkoçoğulları için büyük bir hayal kırıklığı olmalı bu.
Özellikle de bu kavgaya Necip Fazıl
okuyarak, dinleyerek bilenmiş olanlar için.
Danıştay’ın Ayasofya kararı beklenirken
bakanların, gazetecilerin paylaştıkları “Gençler! Bugün mü, yarın mı,
bilemem; fakat Ayasofya açılacak!”
sözlerinin geçtiği 1 Ocak 1966 günü Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)
salonunda verdiği konferans bunun en iyi örneğiydi.
Konuşmada Necip Fazıl’ın izleyenlerini
esas cuşu huruşa getiren ifadeleri bakanların alıntıladığı cümleler değildi,
şimdi politik olarak doğru bulunmayıp, sansürlenen çok daha ağır ifadeleri
vardı:
“126 yıl boyunca, dışardan Batı
emperyalizmasının, içerden de onların sâdık ajanları sıfatıyla kozmopolitlerin,
Yahudilerin, dönmelerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve
gönüllü fedaisi halinde; adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu
cereyan, Ayasofya’yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan
frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu. Frenk
kelimesinden gelen “frengi” ismine dikkat ediniz! Veya frengî ismine dikkat
ediniz. Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki,
“frengi”nin ta kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler!”
Siyasi, tarihsel, kültürel meselelere
şairlerin epikliği, çoşkusu ve abartılı üslubuyla yaklaşmanın zararları üzerine
de ibretlik bir metin olan konuşmada, Necip Fazıl’a göre “bütün manalar
Ayasofya’ya bağlıydı”, o bir kere açıldı mı bütün kilitler de açılacaktı:
“Bütün manalar Ayasofya’ya bağlı.
Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler. Ruhumuzu kilitlemek
için Ayasofya’yı kilitlediler. Nasıl bütün yollar Roma’ya çıkarsa, Türk manevi
kurtuluş davasının bütün meseleleri de
Ayasofya’ya ve onu müzeleştiren ellere çıkar. Ayasofya açılacak. Hem de
öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi
onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük
etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek.. Ayasofya açılacak!...
Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her
iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak..”
Konferansın tam metnini her zamanki
megalomanisiyle o hafta Büyük Doğu’nun kapağından “Büyük Hitabe” diye
verirken, kapağın altına da bir gözünde Ayasofya, diğerinde Anadolu Hisarı olan
bir baykuş resmi yerleştirmiş ve altına da şöyle yazmıştı:
“O Yunanlı, baykuş gözlerini
üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Anadolu Hisarı’nın hayali,
İstiklal savaşındaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde şahlanıp
duruyor da, bizde onun iki gözünü birden çıkaracak enerjiden eser görünmüyor.”
O gün konferansta Necip Fazıl’ın bu
Ayasofya hamasetiyle heyecanlanıp, neredeyse her cümlesini alkışlarla kesen
gençlerden biri de İstanbul Hukuk öğrencisi İsmail Kahraman’dı.
Bir yıl sonra MTTB’ye başkan olduğunda
yaptığı ilk işlerden biri, fethin yıldönümünde “Ayasofya açılsın”
talebiyle Ayasofya önüne bir protesto yürüyüşü düzenlemek oldu.
İki bin kişiyi aşan kalabalık,
Cağaloğlu’ndan geçerken bir gazetenin önünde durup “Masonlar” diye
bağırarak gazeteye bayrak asılması için ısrarcı olmuştu. Sonra geldikleri
Ayasofya kapısında kendilerini karşılayan polis barikatının önünde oturmuş,
Kahraman burada Ayasofya’yı kapatanları “gafil”likle suçlamıştı.
Ama esas protesto bir kaç ay sonra
yaşandı.
25 Temmuz 1967 günü, Ortodoks Kilisesi ile
buzları eritmek amacıyla Rum Patriği Athenagoras’ın davetiyle Türkiye’ye gelen
Papa 6. Paolo, Ayasofya’yı da ziyaret etti.
Ayasofya’nın kilise dönemindeki apsisinde
(kiliselerin mihrabı) bulunan, Hz Meryem’in kucağında Hz. İsa’yı tuttuğu
dokuzuncu yüzyıldan kalma mozaiğin altında durdu, kendisine refakat eden
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’e döndü, “Kısa bir süre dua
edebilir miyim?” diye sordu, tecrübeli bakan sessiz kalınca da bütün dünya
medyasının önünde dizlerinin üzerine çöküp Meryem Ana duasını okumaya başladı.
Bir kaç dakika süren dua sırasında,
arkasında ayakta duran sivil asker devlet erkanı şaşkınlıkla onu izliyordu.
Dua büyük tepki çekti. En çok da MTTB’li
gençlerin.
Ertesi gün MTTB’li 20 genç, biletlerini
alıp Ayasofya’ya girdiler ve cemaatle namaz kıldılar. O gençlerden biri yine
MTTB’nin başkanı İsmail Kahraman’dı.
İsmail Kahraman’ın o eylemi Meclis’te,
Senato’da, gazetelerde irticai bir eylem olarak eleştirildi. Ama başına bir iş
gelmedi, okulundan atılmadı, tutuklanmadı.
Muhtemelen “Zincirler kırılsın,
Ayasofya açılsın” sloganı da MTTB’nin mutat hale getirdiği bu Ayasofya
eylemlerinden birinde üretildi. 1977 yılında 400 kişiyle Ayasofya’ya girip,
cemaatle namaz kıldıkları protestoda dışarıdaki kalabalık artık böyle
bağırıyordu.
Bugün Türkiye’yi Necip Fazıl’ın o
konferanslarında heyecanlanmış, MTTB’nin Ayasofya eylemlerine katılmış,
duvarına Sultanahmet bahçesindeki demir parmaklıklı pencerelerden çekilmiş,
“mahzun” Ayasofya fotoğrafları asmış bir nesil yönetiyor.
O nesli heyecanlandıran, öfkelendiren,
dertlendiren meselelerin büyük bir çoğunluğu ise bugün artık mesele olmaktan
çıktı.
Onların mesele listesindeki maddeler tek
tek çözüldü.
Komünizm tehlikesi bitti. Masonlar her
yerde değil. Devlet- millet kaynaşması gerçekleşti. Ülkenin bütün kadrolarında
dindar siyasetçiler, bürokratlar var. Genelkurmay Başkanları, kuvvet
komutanları cemaatle namaz kılıyor. Başörtüsü sorunu uzun mücadeleler sonucunda
nihayet halloldu, Türkiye’nin çok şükür ki başörtülü askerleri, başsavcıları
var. Bir zamanlar yasakçılığın merkezi İstanbul Üniversitesi’nin rektörü,
söylendiği gibi bırakın başörtülüleri, iktidarın bütün icraatlarını kapıda
durup selamlıyor. Abdülhamit’e kızıl sultan
diyen kanallar kapatılıyor, Ulu Hakan’ın TRT’de kaç sezondur dizisi oynuyor, o
dizide güncel sorunlarımızı çözmeye devam ediyor. İstanbul’un Fethi, Cumhuriyet
Bayramı kadar coşkuyla kutlanıyor, 29 Mayıs diye üniversite bile var. İmam
hatip okullarının sayısı her yıl artıyor, artık devlet kadrolarında bir yere
gelmek için imam hatip okullarından mezun olmak neredeyse tercih sebebi.
Listede karşısına tık atılmamış çok az
madde kaldı.
Onlardan Hilafet’i geri getirmek, İslam
dünyası bu kadar parçalanmış, Türkiye bu kadar ülkeyle kavgalıyken 2020 yılında
zaten gerçekçi bir talep değil. Tekrar Arapça alfabeye dönersek de bir gecede
hepimiz cahil kalırız. Hala Osmanlı ailesine saltanatı geri vermeyi düşünen
varsa, herhalde bir kısmı fazla Fransız, diğer kısmı fazla tüccar olan aileye
bakıp vazgeçer. Mescid-i Aksa’yı özgürleştirmek, İsrail Danıştay’ına dava
açmakla yapılabilecek bir iş değil. Ayasofya’nın açılışının denk getirildiği
Lozan’ın ‘gizli maddeleri’nin yürürlükten kalkmasına, bütün dertlerin bitmesine
de sadece üç sene var.
Ama bunlar dışında 1960’larda, 70’lerde
MTTB’li bir üniversite öğrencisinin, 80’ler, 90’larda İslamcı bir gencin öfkeli
sloganlarına konu olan, Necip Fazıl’ın, Serdengeçti’nin, Kadir Mısıroğlu’nun,
İsmail Kahraman’ın hayallerini kurduğu her şey tek tek gerçekleşti.
Nihayet, zincirler kırıldı ve
Ayasofya da açıldı.
Peki, o sloganların, hayallerin tek tek
gerçeğe döndüğü bu Türkiye, mutlu, güçlü, zengin, özgür bir Türkiye oldu mu?
İçinde yaşamak istenen ütopya bu
muydu?
Bırakın muhalifleri, zamanında bütün bu
sloganları atmış, mahzun Ayasofya fotoğraflarıyla hüzünlenmiş insanların bile
tek bir tweet atarken kırk kere düşündüğü, adaletsizliklerin, kayırmacılıkların
çıplak gözlerle görünür hale geldiği bir ülkede yeni nesilleri zincirlerin
kırıldığına ikna etmek mümkün mü?
Bugün, 40’larda, 50’lerde, 60’larda
Ayasofya için Necip Fazıl’ın yaptığı o ateşli konuşmaları, ucu Atatürk’e de
uzanan sert eleştirileri muhalif bir şair Cumhurbaşkanı, bakanlar için yapsa,
başına 40’larda, 50’lerde, 60’larda Necip Fazıl’ın başına gelenlerden farklı ne
gelirdi?
Ayasofya’nın içine dalıp camiye
çevrilmesini protesto edecek üç genç soluğu nerede alırdı? Ayasofya’yı cami
yapanlara “gafil” diye tweet atacak bir gençlik örgütü liderinin evinin
kapısına kaç saat sonra polis dayanırdı?
Daha bir ay önce Necip Fazıl’ın
konferanslarında yetişmiş, zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın sloganları
atmış muhafazakar aydınların kurduğu bir vakfın üniversitesinin kapısına kilit
vurulurken, 550 yıl önceki vakıf senedine dayanarak, ülkenin kurucusunun altına
imzası olan Bakanlar Kurulu kararnamesinin iptal edilmesiyle üzerimizdeki
lanetin kalktığına kim inanır?
Necip Fazıl okuyarak büyümüş bir neslin
işadamlarının kurduğu derneğin üyeleri,
yedi işçinin öldüğü havai fişek fabrikasında aynı dernekten olan patronla
dayanışma yemeğine oturmuşken, her şerrin sorumlusu olarak Batı
emperyalizmasının sâdık ajanlarını, kozmopolitleri, Yahudileri, dönmeleri,
masonları, frengili suratları gösteren o eski hikaye artık alıcı bulabilir mi?
Mağduriyetlerin, haksızlıkların
giderilmesi önemliydi ama bunlar olunca ülkedeki diğer meselelerin,
mağduriyetlerin, haksızlıkların kilidi Necip Fazıl’ın vaat ettiği gibi
açılmadı, açılamayacak.
Ayasofya açıldı, ama kaybedilen bütün
mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlamadı, fırlamayacak.
Bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin
dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçmedi, geçmeyecek.
Demek ki bütün manalar Ayasofya’ya bağlı
değilmiş. Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ruhumuzun kilitleri de açılmadı,
açılmayacak.
60’ları, 70’lerin, 80’lerin muhafazakar
gençlerinin hayallerindeki ütopya, Türkiye’nin ütopyası olamadı.
Bazı zincirler kırılırken, yerlerine yeni
zincirler asıldı.
Semboller ile değerler arasındaki makas
açıldı. Semboller tek tek ihya edilirken, değerlerin top yekün aşındığı fark
edilemedi.
Bir neslin büyük heyecanlarının gerçeğe
döndüğü bir Türkiye, yeni nesilleri heyecanlandırmayan, onlara gelecek, iş,
refah vaat etmeyen bir Türkiye oldu.
O yüzden, her siyasi fikrin eski
nesillerinin sloganları, dertleri, kavgaları artık yeni nesiller için o kadar
da heyecan verici değil. Türkiye, ne Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ne de Köy
Enstitüleri’nin eğitime açılmasıyla düzelmeyecek, daha iyi bir yer olmayacak.
Ayasofya’nın zincirleri de konuşmanın,
itiraz etmenin zor olduğu bir Türkiye’de kırıldı ama bugün Türkiye’yi
sıkıştıran, nefes aldırmayan daha güncel, taze, sıkı zincirler var ve onlara
sürekli yenileri ekleniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.