"Türkiye'nin esas gündemi; hilafet
tartışması değil. O yüzden esas gündemi konuşmak lazım. 'Cumhurbaşkanlığı
Hükümeti Sistemi' denilen ucube sistemin götürdüklerini konuşalım.
Halifelik idealine sahip olan birtakım gruplar var ama gerçekçi bir karşılığı
yok şu anda dünyada. O türden bir halifeliğin de dini bir karşılığı yok.
Halifelik zaten siyasidir. Katoliklik'teki Papa'nın karşılığı değildir,
siyasidir.
Yeni partilerin kurulması AK Parti’de
tedirginlik yarattı, çünkü yeni sistemde yüzde 2'lik oy bile çok önemli. Bir
yıl önce gündemde bile olmayan Ayasofya, yeniden masaya yatırıldı. Ne içeride
ne de dışarıda Ayasofya'nın açılması büyük olay oldu. Ayasofya iç politika
malzemesi olarak kullanıldı, bu yüzden insanlarda burukluk oluştu. Ama
biliyoruz ki; namazla niyazla alakası olmayan tipler Ayasofya'da saf tuttu.
Aynen iç siyasette olduğu gibi dış
siyasette de iki temel yanlış var: Birincisi her şey kişiselleşti artık. Bir
ekibin çalışması yok. Kurumsal altyapı çökertildi. İkinci yanlış da stratejik
vizyondan kopmak oldu. Artık günübirlik bir siyaset yapılıyor. Yeni sistemle
birlikte Dışişleri Bakanlığı devre dışıdır. Kariyerden yetişme çok kaliteli
insanlar vardır, bunlar yeterince değerlendirilmiyor. Bu da kurumsal bir
zaafiyet oluşturuyor.
Türkiye tamamen diplomasiden vazgeçti,
sürekli askeri çözümlerle dış politikaya müdahale ediliyor. Tamam, Libya'da
başarılı olduk… Ya Mısır da sahaya girerse? Eğer Libya'da Rusya'nın teklifi
kabul edildiyse çok tehlikeli. Rusya Wagner'i kullanarak süreci Moskova'ya
taşıma niyetinde. Bu eğer kabul edilirse Türkiye tarafından bu ikinci Astana
sürecidir ve Libya’ya geçmiş olsun. Parti olarak Libya konusunda doğru
yapıldığını düşünüyoruz. Sadece diplomasiye biraz daha önem verilmesi
gerektiğini düşünüyoruz.
Suriye konusunda Türkiye'yi suçlamanın
haksızlık olduğu kanaatindeyim. Esed kimyasal silah kullandı. Dünyanın süper
gücü gıkını çıkarmadı. Türkiye yarı yolda bırakıldı. Milyonlarca mülteciyle baş
başa bırakıldı. Türkiye Suriye'de yalnız bırakıldı, varil bombaları ile halkını
bombalayan bir Devlet Başkanı’na birilerinin ses çıkarması gerekiyordu… Bu
konuda Türkiye'ye haksızlık yapıldı. Türkiye, el sıkıştırdığı takdirde Esed'e
hiçbir şey yaptıramaz. Bir tane mülteci de geri gitmez.
Şu andaki mevcut iktidarın görünmez
ortaklarından bir tanesi MAO'cu, Çin'in etki ajanlığını yapan bir siyasidir.
Şimdi bunlarla yatağa girdikten sonra tabii ki Çin'e laf etmesi zor olacak. Son
tahlilde eğer Türkiye, demokratik değerleri öne alan bir ülke olsaydı Çin'e laf
etmek için elinde malzeme olurdu. Hazine ve Maliye Bakanı'nın sözünü
hatırlayın. 'Para gelmesi için illa demokrasi şart değil, Çin'e geliyor.' Zaten
kıbleleri Çin'e dönmüş durumda. Bu durumda elbette Uygurların çektiklerinden
bahsedemezler. Her şey kişiselleştiği kısır ve kişisel politikalar izleniyor.
Halbuki Türkiye'nin Uygurlar konusunda söyleyecek ciddi sözleri var. Çin ile
ticari ilişkileri eskisi gibi olmaz ama tamamen bozmaz. ABD, Çin’ karşı en ağır
sözleri söyleyen ülke. Çin, ABD ile ticaretini bozuyor mu? Türkiye, buradaki
zulme sessiz kalmadığında ahlaki üstünlüğü de kazanacaktı. Maalesef hiçbir
konuda ahlak kalmadığı için ahlaki üstünlüğü de unuttular.
1980'lerden sonra Türkiye'de kadın hakları
yavaş yavaş konuşulmaya başlandı. Konuşuldukça din ile geleneği birbirine
karıştıran kesimler, feodal aile yapısını 'dinin' kendisi zannedikleri
için, onların gözünde 'feodal aile' yıkıldıkça 'din' yıkılmış
oluyor. Halbuki burada bir değişim var ve maalesef değişime yine erkekler ayak
uyduramıyor. Türkiye'de erkekler, en başta dindar erkekler olmak üzere kimse bu
değişime ayak uyduramıyor.
Ne yapıyor? Karısı ile eşit paylaşımı
kabul edemiyor. Karısı ile eşit hakları kabullenemiyor. Ondan sonra şiddet
uyguluyor... Şiddet uygularsan; kusura bakma sonucuna da katlanırsın. İstanbul
Sözleşmesi de bunu diyor. Hani diyorsunuz ya İslami çevre, bizim
arkadaşlarımız... Bunlar, bütün bu süreçleri yok farz ediyor. Bu arkadaşlarımız
'Kızlar okusun ama çalışmasın' diyor. Bu mümkün değil; okuyan kız çalışır. Ya
da 'Çalışacak ama eve geldiğinde; erkek yatacak kadın yine çalışacak' diye
düşünüyorlar. Böyle bir dünya yok.
Türkiye'de İslami kesim dediğiniz; bu
zihniyetin uç noktası Afganistan'daki Taliban'dır. Taliban 'Kadınlar
okumasın' diyor aslında 'Türkiye'deki İslamcılar'dan daha dürüst ve daha iç
tutarlılıkları var. Taliban diyor ki; okursa çalışacak. Çalışmasını istemiyoruz
okumasın, otursun evde. Türkiye'nin böyle olmasını istiyorsa bu arkadaşlar,
aslında böyle bir örnek var. Ama yok okuyorsan, çalışacak. Böyle bir dünya yok.
Tıp okuyorsa doktor olup çalışmayacak, hukuk okuyorsa avukatlık yapmayacak.
Kadın, çalışınca eve geldiğinde kocasından eşit haklar isteyecek. Burada çağa
ayak uyduramayan ve dediğim gibi feodal gelenekleri 'din' zanneden ve çağ dışı
bir İslami kesim var. Türkiye, bu kesimle yüzleşmeli, bunlar bizim
arkadaşlarımız... Bunlarla yüzleşerek, bu sorunları aşmamız gerekiyor.
Bu değişim kaçınılmaz; bu arkadaşlar selin
durdurmak istiyor, önüne duvar örmek istiyor. Geçmiş olsun artık o sel duvarı
delip geçer. Feodal zihniyeti 'din' olarak verirsen; onunla beraber 'din' de
gider. Dolayısıyla burada yapılacak şey; örneğin sel geldiğinde, kanallardan
suyu dağıtırsanız birincisi gücünden elektrik elde edersiniz. İkincisi suyu
aynı zamanda sulama amacı ile kullanırsınız. Böyle bir değişim var. Bizim
yapmamız gereken değişimi; doğru düzgün, aileyi parçalamadan ve öncelikle
erkeklerimizi eğiterek yapmamız lazım.
İstanbul Sözleşmesi'nden çekileceklerini
düşünmüyorum, evet çok konuşulacak fakat Türkiye imzasını geri çekmeyecek.
Belki bazı kanuni değişikler gündeme gelebilir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.