“FETÖ – METÖ denklemi” uzunca zamandır
kuruluyordu. Bunu, genelde “FETÖ gitti şimdi METÖ ile işbirliği içindesiniz”
diyerek iktidarı suçlayan muhalefet yapıyordu. “Şu kurumda şu cemaatin, bu
kurumda bu cemaatin etkinliği var” deniyordu. “METÖ” Menzil cemaatinin
FETÖ’leştirilmesi ile türetilen bir tanımlamaydı.
Marmara İlahiyat Dekanı Ali Köse benzeri
bir cümleyi bir tv kanalında ifade edince konu bir kere daha hem de oldukça
vurgulu biçimde gündeme geldi.
Ali Köse tepki de görüyor, daha önce FETÖ
– METÖ denklemini kuranlarca takdir de görüyor. Takdir – tepki alanına
girmeyeceğim, ama olayın Cemaat – Devlet, daha ötede Din – Devlet ilişkilerine
kadar uzanan boyutu hem cemaatler – dini yapılar hem de devlet açısından
önemli, bir makale muhtevasınca konuyu irdelemeye çalışacağım.
FETÖ olayı nedir?
İktidarın Cemaati, Cemaatin de
iktidarı araçsallaştırma – kullanma olayıdır. Araçsallaştırma olurken rollerin
karışması ve Cemaatin kendisini devlet halinde görmesi ve iktidarı askeri
müdahale ile tasfiye etmeye kalkışmasıdır.
İktidar, ilişkinin bu hale gelmesini
tahmin edebiliyor muydu? Sanmam. Ama güç arayışı şişede durduğu gibi durmuyor
ve bir süre sonra içine girdiği yapıyı azmanlaştırıyor.
Normalde tasavvuf ve tarikat, dini bir
kişisel gelişim alanıdır. “Kalb eğitimi” önceliklidir. “Kalbi
Allah zikri ile doyurma, bir anlamda Allah ile beraberlik idraki kazandırma”
eğitiminin verildiği bir alandır. Tarikatlar da onun müesseseleşmesidir.
Cemaat, dini ilişkinin daha sosyal hizmet
alanına dönük müesseseleşmesidir. Ancak Türkiye’de tarikatların biraz cemaat,
cemaatlerin biraz tarikat niteliğinde yapılandığı biliniyor ve bu konu
özellikle tarikatlarda “Acaba asıl misyonumuz yaralanıyor, insanda
derinleşme yönü zayıflıyor mu?” gibi iç eleştirilere konu oluyor.
Cumhuriyet döneminde bu tür dini yapılar
dışlanmıştır, gözaltındadır, ama vardır. Ak Parti iktidarı, “dini referans
almama” açıklaması ile yola çıkmış olsa bile dindar kadroların öncülüğünde
gerçekleşmiş, devlet kadrolarında da kendilerine benzer insanlarla yürümeyi
tercih etmiştir.
Gülen Cemaati, aslında dini anlayış ve
kadrolaşma biçimi itibariyle Ak Parti’nin içinden geldiği “Milli Görüş”ten
farklıdır. Hatta o yapıya mesafelidir. Ama her nasılsa iktidara “hazır
kadrolar” sunmuş, iktidar da farkında olarak – olmayarak o yapının en
mahrem alanlara nüfuz etmesine imkan hazırlamıştır.
Sonunda 15 Temmuz’a gelinmiş, ardından
yürütülen operasyonlarla da “törer örgütü” diye tanımlanan Cemaat 40
yıllık birikimini heba etmiştir.
İktidar kötü bir tecrübe yaşamıştır.
Cemaat çok çok kötü bir tecrübe
yaşamıştır.
“Cemaat” diyorum çünkü
yola öyle çıkılmıştır. Şu anda “FETÖ kötülüğü” üzerine söz söyleyen bir
çok yapı da “Cemaat – Tarikat” durumundadır.
Gelinen noktadan bakıldığında “FETÖ –
METÖ denklemi”ne genelde iktidarın – devletin karşı karşıya kaldığı risk açısından
bakıldığı, dini yapıların -daha ötede dinin- ödediği bedelin görmezden
gelindiği söylenebilir.
Devlet, herkesin ortak kurumudur,
onun için onun karşı karşıya kaldığı tehlikeler herkesi ilgilendirir, herkesin
duyarlı olması da tabiidir.
Din ve dini yapılar ise, en azından
aidiyet ilişkisi bulunan insanlar için belki devlet aidiyeti kadar – hatta daha
ötede bir önem taşır.
Diyelim şu anki iktidar kadroları, hem
devlet sorumluluğu taşıyor hem dini aidiyet hissi. Ben özellikle Tayyip
Erdoğan’ın dini aidiyet hissinin devlet hassasiyeti kadar etkin olduğunu
düşünürüm.
Hayati sorular şunlar:
-Devlet mi dindarlaşıyor yoksa din
mi devletleşiyor?
-Devletin dindarlaşması toplum için
ne anlam taşıyor, dinin devletleşmesi din için ne anlam taşıyor?
Bu soruların herhangi bir “Dindar”
insan için, Cemaat veya Tarikat halinde yapılanmış gruplar için bir anlamı
olmalı mı?
Gözlemlediğim şu ki, şu andaki “Dindar
kadrolar”ın devlet adına yaptıkları genelde takdir ediliyor, görülen
yanlışlar hayra yoruluyor, düzeltileceği umuduyla tolere ediliyor, devlet
tarafından bir dini yapıya karşı tavır alınınca genelde o yapının “uygunsuz
hareket ettiği”ne, “aşırı gittiği”ne hamlediliyor vs…
Böylece farkında olunmadan bir “devlet
standardı” oluşmuş, dini yapılar da bu standardı meşrulaştırmış,
içselleştirmiş oluyor.
Dindar alanın, mesela böyle bir “devlet
standardı” CHP tarafından oluşturulmuş olsa, buna itiraz edeceğini tahmin
etmek zor değil.
Sorulması gereken soru şu:
-Dinin devletleştirilmesi ilkesel
olarak kabul edilebilir mi?
“Dinin devletleşmesi”, “dine ve
dindarlara alan açılıyor” algısıyla birlikte içe nüfuz ediyor. Ama sonunda
devletin dini tanzim süreci devreye giriyor. Cemaatlerin, dini zeminde oluşmuş
sivil toplum kuruluşlarının siyasileşmesi ve toplumun ayrışmasına paralel
biçimde dinin marjinalleşmesi olgusu ortaya çıkıyor.
METÖ potansiyel FETÖ’müdür bilmem, ama
devletle FETÖ gibi içli – dışlı olmanın getirdiği sonuç ve ödettiği bedel
ortada. Her dini yapı “Devletleşirken - Siyasileşirken” on kere
düşünmeli derim ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.