Adem babamız, Havva anamıza ne
demiş? “Nesil bozuldu…”
Hayır nesil katiyen bozulmadı. Gençleri
tanıyorum ve tanıdıkça geleceğe umudum artıyor. Onlar sanki bizden daha
yetenekli. En az bizim kadar ülkülerine bağlı ve dürüstler. Tabi seçerek
yapıyorum bu değerlendirmeleri ama her zaman öyle yapılır. Biz o yılların,
60’ların, 70’lerin mücadelesinde az veya çok, bulunduk. Önemli olan şu: Biz
kazandık. Onlar da kazanacak. Eminim. Onlar da kazanacak ve tıpkı bizim
zamanımızdaki gibi, toz-toprak yatışıp tehlike sona erdiğinde haremlerinden
çıkıp “Bu bir oyundu, iyi ki biz bulaşmadık” diyecek çelebiler bulunacaktır.
Benim derdim ne gençler, ne de haremlerde kışlayan günümüz çelebileri.
SİLAH ARKADAŞLIĞI- YOLDAŞLIK
Benim derdim, siyasî partiler.
İşte partilerde işler şu ne günlerdi
dediğim günlerden farklı. Onlar için, bugünküler de eskiler kadar…
Diyemeyeceğim maalesef. Aynı değil. Yakın bile değil; bambaşka.
Nedir fark? Neyi kaybettik?
Yazar dostum Hakan Paksoy’un, Balyoz,
Ergenekon, İzmir Casusluk komploları için yorumu, benim soruma cevap veriyor.
Hakan, emekli kurmay Albay Mustafa Önsel’in Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu (Balyoz)
kitabını anlatırken aynı soruyu sormuştu: Neyi kaybettik? Cevap
yıkıcıdır: Silah arkadaşlığı hukukunu, silah arkadaşlığı duygusunu! Silah
arkadaşlığından kastettiği, ne yapması gerekiyorsa, onu yaparken arkasına bakma
gereğini duymamaktı. Ben millî hedefe ne kadar kilitliysem, arkadaşım da o
kadar kilitlidir; ben onun için hayatımı veririm ya; eminim, o da benim için
verir duygusuydu, güveniydi.
Türkçe’deki “arkadaş” sözünün de
muhtemelen anlamı budur. Dışardaki dünyayla uğraşırken arkadaşından emin olmak.
Askerlik yemini sırasında bir eliniz silah ve bayrağın üzerindeyken diğeri
yanınızdaki arkadaşınızın belini kavrar. Biz yemin ederken komutan birbirimizi
kavramamızı beğenmemiş ve bağırmıştı! Sıkı tut, sıkı sarıl evladım. Belki şehit
olurken son yudum suyunu o silah arkadaşın verecek!
Biz silah arkadaşı değildik ama silah
arkadaşlığından çok uzak da değildik. Gerçi Bulgaristan üzerinden gelen
tabancalar da Ermenistan ve Suriye üzerinden gelen Kaleş’ler de bize dönüktü
ama asıl mücadele beyinlerdeydi. Evet. Biz o hissi kaybetmedik. Silah
arkadaşlığı olmasa bile yoldaşlıktı.
Şu camaraderie denilen şey.
Yoldaşlık!
Bizim bir ülkümüz vardı, bir hedefimiz
vardı ve ona yürüyorduk. Kendi aramızda çekişmek, kim kimden uzundur, kısadır
diye düşünmek, aklımızın köşesinden geçmezdi. Böyle şeyler komikti anlamsızdı.
MASANIN ALTINDAN TEKME ATMAK
On yıllar sonra gençlerle bir toplantıda,
bir birlerine reis diye hitap ettiklerini duydum. Herkes reisti. Garipsedim,
düşündüm ve onlara da söyledim.
Biz kendimizi mücadeleye o kadar vermiştik
ki, kim neyin başkanı, kim kimin reisi pek hatırlamazdık. Yetkilerimiz değil
sorumluluklarımız vardı ve sorumluluklar yetkilerini kendiliğinden doğururdu
zaten.
Bunları bir tarafa yazıyor ve bugüne
dönüyorum. Bir partinin içinde, görevli bir eski arkadaşıma soruyorum,
nasılsınız, ne yapıyorsunuz diye…
Cevabı net bir fotoğraf gibi manzarayı
gösteriyor: Bir masanın etrafında oturuyor, bir birimize gülümsüyoruz ama masanın
altından bir birimizi tekmeliyoruz.
Son derece iyi gözlemci ve yorumcu bir
genç arkadaşıma soruyorum. Nedir bu hal diye… Profesyonel siyasetçiler diyor.
Fikir önemli değil. Hangi partide olsa siyaset yaparız, yeter ki yükselme,
yükselip seçilme, seçilip paraya ulaşma imkânımız olsun! Profesyonel
siyasetçiler için parti ne ise, dernek, STK da o. Zaten STK’ların çoğu, şu veya
bu partideki yarışa, birkaç adım önden başlama vasıtası.
NE DÜŞÜNÜR?
İkbaline kilitlenmiş adam siyasetteki veya
toplumdaki “arkadaşlarına” bakınca ne düşünür?
Kiminle, nereye kadar iş birliği
yapmalıyım? Kimin ayağını kaydırmalıyım. Kimler gereğinden fazla yükseldi, onu
birkaç kademe aşağı çekmeliyim…
Tabi benzemez bizim günlerimize.
Peki, ne benzer? Yakın tarihi çok iyi
bilmiyorum. Fakat Feroz Ahmad’in İttihat ve Terakkî kitabındaki bir
değerlendirme dikkatimi çekmişti. İttihat
Terakki’de diyor Ahmad, lider yoktu.
Enver, Talat, Cemal… Belki Halil, belki Niyazi. Yapılacak işe göre biri veya
diğeri başı çeker, öne düşerdi ve iş yapılırdı.
Bana bildik geldi, tanıdık geldi.
Kim bilir. Belki biz de onlar da, bugünün
kodumu oturtan liderleri kadar süper kahramanlar çıkaramadık da ondandır
hallerimiz.
Şaka tabi; biz hepimiz süper kahramandık.
Fark buradan doğdu ve bu yüzden kazandık. Şimdikiler bu yüzden kaybediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.