Ekonomide artık rutinleşen kriz halinin
sebeplerini konuşmak ve tartışmak da bir başka rutin haline geldi. Eleştiriler
belirli sebeplere ve gerçeklere odaklandıkça “Eee, öyleyse öyle” havası
hakim oluyor. Biraz ileri gidecek olursanız, bu kez ülkenin karşı karşıya
bulunduğu riskler, tehditler, beka endişesi, dört bir yanımızda hatta uzaktaki
düşmanlar listesini yeniden dinliyorsunuz. Var ya da yok, bütün bu düşmanların
oyunlarını bertaraf etmek iktidarın görevi değilmiş gibi. Yahut neden bu kadar
düşmanımız oldu; düne kadar dostluklarıyla övündüğümüz, bugün de bir yandan
sloganlarla kovalarken öte yandan para için, ticaret için peşinde koştuğumuz
ülkeler neden bize düşman oldu, sorularının cevabının yine iktidarda olması
gerekmiyormuş gibi.
Geçelim bu faslı, geçelim de hukuk,
şeffaflık, öngörülebilirlik, kuvvetler ayrılığı, basın özgürlüğü gibi temel
değerleri kaybetmenin ülkeye çıkardığı faturaya bir bakalım. Bu arada sayılan
değerlerin hiçbirinin dış güçler tarafından geriletilmediğini, bizatihi kendi
irademizle tüketildiğini de ekleyelim.
Tükettik, şimdi faturayı ödüyoruz.
Bakın nasıl ödüyoruz?
Ekonomist ve Gelecek Partisi kurucusu
İbrahim Turhan önceki gün Karar TV yayınında konuğumuzdu. Aşağıda vereceğim
rakamlar da Turhan’ın yayında ve yazılarında dile getirdiği çalışmaların
sonucudur.
Bu rakamlarda, “Türkiye kabaca 2013,
14, ve 15 yıllarına kadar izlediği ekonomi yönetimi anlayışını sürdürse ve
hukuk içinde, öngörülebilir bir ülke olsa bugün hangi noktada olurdu?” sorusunun
cevabı vardır.
Son sözü, İbrahim Turhan’ın cümlesiyle
baştan söyleyelim: “2013’teki konumumuzu korusaydık bugün, 20 yaşın
üzerindeki her bir vatandaşın cebinde, her ay bir asgari ücrete eşit ilave
gelir olacaktı. Son üç yılda neden bir Türkiye kadar (1 yıllık milli gelire
denk) gelir kaybettik? Bu hesabı kime sormalıyız? Dış güçler mi kötü yönetim
mi?”
Devam…
“Kişi başına milli gelirimiz 6 yıl
öncesine göre yüzde 30 düştü, 2007 yılındaki seviyesinin altında. Gelir
dağılımı giderek bozuluyor ortalama gelir düzeyi aylık 500 ABD doları bile
değil. İhracatımızın kg. başına değeri son birkaç yılda yüzde 15 geriledi.”
Sık sık tekrarlanan ve muhtemelen
bazılarına artık sıkıcı gelmeye başlayan değerlerdeki kaybın ülkeye faturası
ağır bir gayrı safi milli hasıla ve dolayısıyla ağır bir kişi başına gelir
kaybıdır. Demokrasiden eksilen her tuğla, sofradan ve cüzdandan da eksiltiyor.
Refahı azaltıyor, üretimi küçültüyor, geleceği belirsizleştiriyor. Kafamızı
kuma gömmek, kapıları kapatmak, önümüze geleni düşman diye yaftalamak, iç ve
dış yatırımcıyı durduruyor, dış borç maliyetimizi artırıyor ve şimdi içinde
bulunduğumuz hal gibi ülkeyi uzun bir kriz dönemine mahkum ediyor. İşler biraz
yolunda gitmiş olsaydı bugün muhtemelen 15 bin doların üzerinde kişi başı
gelire sahip olacak Türkiye, hala 9 bin doların altına demir atmış bulunuyor.
Dünya ligindeki halimiz de aynı
şeyi söylüyor.
Dünya Bankası ve TUİK verilerine göre,
Türkiye’nin gayrı safi yurt içi hasılasının küresel üretim içindeki payı
2010’da yüzde 1.17’di. Bu rakam 2013’te 1,23’e kadar yükseldi. Bugün, yani
2020’de (2019’da öyle) ise payımız yüzde 0,86’ya kadar gerilemiştir.
Başka söze, analize yahut slogana gerek
var mı? Potansiyeli yüksek, istekli ve dinamik bir ülke; yapılması gerekenler
apaçık ortadayken, bunlara kulak tıkayan, gerçekleri komploların eseri olarak
gören anlayış yüzünden adım adım fakirleşiyor. Sadece bugününü değil geleceğini
de tüketiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.