Muhafazakârlık, geçmişten tevarüs edilen
ve aidiyet/mensubiyet duygusunu pekiştiren değerler, semboller ve yaşam
pratiklerini koruyup kollayıcı bir sosyolojik tutumu ifade eder.
Muhafazakâr tutumda mutedil tempoya uygun
seyreden değişime rıza gösterilmekle birlikte hızlı denebilecek her türlü
değişim, dönüşüm ve yeniliğe büyük ölçüde ihtiyatla yaklaşılır. Yaklaşık bir
asra merdiven dayayan Cumhuriyet Türkiye’sinde muhafazakârlık geçmiş on
yıllarda milliyetçi ve mukaddesatçı kitlenin genel dünya görüşünü ifade eden
bir kavram olarak hatırlanır. Ancak şimdilerde muhafazakârlık, siyasi tercih
olarak hemen hemen ortadan ikiye bölünmüş Türkiye sosyolojisinde laik, seküler
dünya görüşüne sahip toplumsal bloğun karşı kutbunda yer alan ve siyasal
İslamcı kökene mensup kitleleri de az çok bünyesinde barındırması hasebiyle
heterojen bir yapıya sahip olan sağ seçmen kitlesinde karşılık bulur. Bu büyük
kitle 2002’den itibaren AK Parti çatısı altında kümelenmiş durumdadır. Ancak
2010’lardan itibaren ilkin “endişeli modernler”in varlığı tebarüz etmiş,
özellikle son birkaç yıldan bu yana ise muhafazakâr blokta birtakım
huzursuzluklar baş göstermiştir.
İstanbul Ekonomi Araştırma’nın kurucusu
Can Selçuki’ye göre “huzursuz muhafazakâr” seçmen kitlesi Erdoğan’ın
liderliğinde sistemin merkezine ulaştılar ve bu konumda belirli bir kamu
hizmeti standardına alıştılar. Ama artık kazanımlarını kaybetmeye başladılar.
İşlerin iyi gitmediğinin farkındalar. “Huzursuz muhafazakâr kitle AKP
seçmeninin son çeperinde yer alıyor” diyen Selçuki’ye göre bu kitle toplamın
yaklaşık yüzde 10-15’ini oluşturuyor. Yine bu kitle işlerin iyi gitmediğini
görüyor. Bundan önce işler iyiye gitmezken suçlayacakları birileri vardı.
Önceleri, “Kemalist yapı, devletçi solcular bizi sistemin dışına atıyorlardı ve
katı bir devletle karşı karşıyaydık” diyorlardı. Ama yıllar geçti, baktılar ki
aynı anlayış bir şekilde geri geldi ve iktidarda kendi oy verdikleri parti var…
Selçuki’nin bu şekilde betimlediği
“huzursuz muhafazakâr” kitleyi huzursuz kılan temel sebeplerden biri dindar
kitleler henüz devletin çeperinde bile değilken, bu kitlelere büyük bir
özgüvenle konuşma ve kendi gelecek hikâyesini büyük bir heyecanla anlatma
imkânı veren ahlaki üstünlüğün büyük ölçüde kaybolmuş olması ve bunun yerine
mahcubiyet psikolojisinin ikame olmasıdır. Huzursuz muhafazakârlık artık şöyle
bir kendilik algısına sahip gibidir: En kıymetli sermayemiz olan ve bize
üstünlük sağlayan dinî-ahlaki değer düzenimiz gerçek hayat tecrübesi içerinde
darmadağın olmuş haldedir. Bu durum kendi elimizle kendi değer dünyamızı
yıkmakla eşdeğerdir… Son yıllarda deizm ve ateizm gibi inançsal yönelimlerin
genç kuşaklar arasında gitgide yaygınlaştığına dair gözlem ve tespitler de
aslında muhafazakârlığın kötü bir ahlaki performans sergilemesiyle ilişkilidir;
fakat kasıtlı olarak bunu görmek istemeyen çevreler, deizmin yaygınlaşma
trendini Ehl-i Sünnet dışı din söylemlerinin revaç bulmasına bağlama eğilimindedir.
Muhafazakârlıkta huzursuzluk ve mutsuzluğa
yol açan bir diğer sebep, toplumsal düzlemde bir mağduriyet dilinin varlık
kazanması ve hatta kendini muhafazakâr olarak tanımlayan birçok insanın bu
dille konuşma ihtiyacı duymasıdır. Hâl-i hazırda cereyan eden demokrasi, hak,
hukuk, adalet, hakkaniyet, özgürlük, ehliyet, liyakat eksenli tüm tartışmalar
bir değerlendirmeye göre işbu “mağduriyet” olgusuyla alakalıdır. Nitekim bu
olgu şu tür siyasi-sosyolojik analizlere konu olmaktadır: “Son yıllarda
Türkiye’de hükümet eden partilerin garip bir kaderi oluyor. Muhalefetteyken
siyaseten ya da ideolojik olarak en fazla hangi politikaya, uygulamaya karşı
çıkmakla temayüz etmişlerse, iktidara geldiklerinde bunları biraz olsun
istedikleri yönde değiştirmek şöyle dursun, daha da bir perçinleme işini
üstleniveriyorlar veya kendilerini iktidara taşıyan vaatlerin en parlağının
tuzla buz olmasına yol açan bir duruma düşmekten kurtulamıyorlar. “
Esasen, siyasi mücadele sürecinde iktidar
oluncaya kadar mağduriyetin her türlüsünü yaşayan muhafazakâr kitlenin
bünyesinde pek çok insan bugün itibariyle kendilerinin de çok boyutlu
mağduriyetler yarattığını düşünür hale gelmiş durumdadır. Öte yandan,
muhafazakâr siyasi irade vaktiyle iktidar mücadelesi verirken toplumu hiç de
muhafazakâr olmayan demokratik, özgürlükçü, değişimci ve yenilikçi
beklentilerin arkasına takabilmeyi başarmışken, şimdilerde -genel görünüm ve
izlenime göre- kentten taşraya doğru çekilip siyasi taşra kökeninde büzülme ve
genel kitleden daha çok muhafazakâr refleksler talep etme yönünde bir tavır
sergilemektedir.
Muhafazakârlığı huzursuz ve mutsuz kılan
başka bir faktör, siyasi sürükleyiciliğin artık sonuna yaklaşıldığı algısı ve
bugünlere gelinceye kadar pek çok mağduriyet yaşayıp sayısız siyasi badire
atlatmış muhafazakârların kendileri için hissettikleri minnet/memnuniyet
duygusunu çocuklarına aktarmanın pek mümkün olmadığı ve dolayısıyla genç kuşak
seçmendeki belirgin erimeden ve ters tepkiden dolayı iktidarın geleceksiz
kaldığı ve aynı zamanda hem dil hem refleks olarak yaşlandığı kaygısıdır.
Huzursuz muhafazakârlıkta gözlemlenen bir diğer algı da belki mücbir sebeplerle
halkın oyunu alıp rızasını/onayını alamamış olma algısıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.