Babacan'ın açıklamaları şöyle:
"Ekonomide öncelikle halkın,
vatandaşın hissettikleri vardır. Bir de ekonomi birimlerinin ya da
yöneticilerin açıkladığı rakamlar vardır. Türkiye'de uzun yıllar bunlar
örtüşüyordu. Yani açıklanan rakamlar ile halkın hissettikleri örtüşüyordu.
Fakat son aylarda açıklanan rakamlar ile vatandaşın hissettikleri uyuşmuyor.
Sanki ortada iki farklı ülke var... Açıklanan rakamlara güvenmeme ciddi bir
sorun haline geldi. Özellikle Merkez Bankası'nın arkasından, TÜİK'in
bağımsızlığını kaybetmesiyle beraber, açıklanan rakamlar üzerinde sürekli bir
kuşku dolaşıyor. Bana göre en acil konulardan birisi; açıklanan rakamlara
yeniden güven sağlanmalı. Eğer şu andaki yöneticiler, bunu başaramazlarsa; ne
söylerlerse söylesinler bir daha güveni sağlayamayacaklar.
GERÇEK EKONOMİ HALKIN
HİSSETTİĞİDİR...
Bir TÜİK'in açıkladığı rakamlar var bir de
fiilen çarşıya, pazara çıkanların yaşadığı rakamlar var. Gerçek enflasyonu
halkımız daha iyi bilir. TÜİK rakamlarına göre, enflasyon yüzde 11-12. Gerçek enflasyonu;
her hafta düzenli pazara giden işçiye ya da ev hanımına sorun... Gerçek
ekonomi; halkın hissettiğidir. Çünkü yöneticiler günlük hayattan, alışverişten
kopmuşlardır. Toplumun hissettiği bir ekonomi var bir de yöneticilerin
açıkladığı ekonomik veriler.
YUVARLAK RAKAMLARLA KONUŞMAK KOLAY
(Erdoğan'ın 'Türkiye büyümede herkesi
şaşırtacak' açıklaması) Dünya ekonomisi de ciddi bir kriz içinde. Dünya
ekonomisi en az yüzde 5 küçülecek. Avrupa ekonomisi de yüzde 9 civarında
daralacak. Bizim; en önemli ihracat pazarımız Avrupa iken ya da bize en çok
turist Avrupa'dan geliyorken... Bir de üzerine daha dün seyahat kısıtlamaları
açıklanmışken... Bunlar ortadayken, nasıl büyüyeceğiz? Gelsinler, rakamlarla
konuşsunlar! Ekonominin alt kalemlerinin alt alta koyup konuşmak lazım. Bunları
rakamlarla tek tek açıklamaları lazım. Yuvarlak ifadelerle konuşmak kolay.
SAĞLIK MI EKONOMİ Mİ?
Dünyada bütün ülkeler bu ikilem içinde. Ya
önce sağlık diyerek kısıtlı bir sosyal hayat ve ekonomi ya da önce sağlık
demeden her şeyi serbest bırakıp bunun sonucunda hastalıklara ve ölümlere razı
olmak. Bu çok önemli bir ikilem. Fakat önceliğin sağlık tarafında olması
gerektiğini düşünüyoruz. Bunu yaparken her türlü tedbiri alıp ekonomik
aktivitenin makul ölçülerde gerçekleşmesi de son derecede önemli. Çünkü sağlık,
can bir numara ama bunun yanında da insanların asgari geçim imkanını
sağlayabilmesi ve ülkelerin ekonomik faaliyetlerine devam edebilmesi önemli.
Dünyada herkes bu ikilimi yaşıyor.
Ekonomi politikalarında 2012-2013'den sonra
bir makas oluştu. Benim ve benim gibi düşünce arkadaşların, yürütmeye çalıştığı
bir ekonomik program vardı. Bir de o ekonomik programı sağından, solundan
örselemeye çalışan ve engel olmaya çalışan başka çevreler vardı. Bunlar parti
içinden arkadaşlardı. O dönemde Tayyip Bey'le de bu konularda sıkıntılar
yaşadık. Zaten bu anlaşmazlıklar basına da yansıdı.
KEYFİ YÖNETİM KÖTÜ BİR ALIŞKANLIK
Öncelikle biz ekonomide kurumlara çok önem
veriyorduk. Kurumların itibarlı olmasına özellikle Merkez Bankası gibi kurumları
bağımsız olmasına çok önem veriyorduk. Fakat bunları etki altına almaya çalışan
bir siyasi irade vardı. Bu nedenle ciddi sürtüşmeler yaşadık. Kurumların
yanında bir de kurallar çok önemliydi. Attığımız her adımın; bir kural
çerçevesinde olması lazım. Eğer önceden kurallarınızı açıklamazsanız; ekonomi
yönetiminde öngörülebilirliği asla getiremezsiniz. Kurallar varsa, anayasa
varsa onun çerçevesinde hareket ediyorsanız; zaten öngörülebilir bir ülke
olursunuz çünkü çerçeve bellidir. Kurallar çerçevesinde hareket edilmezse
ekonomide ciddi sıkıntılar oluyor. Keyfi yönetim; kötü bir alışkanlıktır. Kural
bazlı ekonomi yönetimi çok çok önemlidir. Örneğin, Merkez Bankası bir kurallar
çerçevesinde işlerdi. Herkes Merkez Bankası'nın kararlarını öngörebilirdi. Şimdi
son gece hangi talimat gelirse Merkez Bankası ona göre hareket ediyor...
İMAR RANTI VARKEN ÜRETİME KİM
YATIRIM YAPSIN?
2008-2009 ekonomik krizinden sonra 2010 ve
2011'de çok hızlı büyüdük. Fakat ondan sonra baktı ki ekonomide ısınma
sinyalleri geliyor. Bu büyümenin arkasından büyük bir enflasyon ve büyük bir
cari açık demek. Bu nedenlerden dolayı yavaşlatma tedbirleri aldık. O dönemde
yine sermayenin imar rantlarına yöneldiğini ve yine üretken alanlardan
çekildiklerini gördük. Türkiye'nin en büyük sanayicileri, kısa sürede ve daha
büyük paralar kazanmak için gayrimenkul projelerine yöneldi.
Parası olan neden sanayiye, üretimine
yatırım yapsın! Daha karlı bir alan var: İmar rantı... Bir imza ile bir gecede
müthiş kazançlar elde ediliyor. 100 lira değerindeki arsaya diyelim ki; 10 kat
bina yapabiliyorsanız 30 kat bina hakkı alıyorsunuz. Böylece 100 liralık
arsanın değerlerini artırıyor; üzerine 200 liralık rant elde ediyorsunuz. Bu
siyasetin finansmanında da kullanılıyor. Ve bu durum değişmedi, devam ediyor.
CAMİ İNŞAATLARI BİLE RANTIN İÇİNE
DAHİL EDİLDİ
İmar rantlarının ölçülü şekilde vergilendirilmesini
istiyorduk. Gayrimenkul ile ilgili değer artışlarının, vergilendirilmesini
talep ediyorduk. Kayıt dışı ve sınırsız kazanç söz konusu olursa; sermayenin
sanayiye gitmesini sağlayamazsınız. Türkiye'nin çıkışı kapısı; sanayiye
yatırım, üretim ve ihracattan geçiyor. Türkiye'nin başka çıkış yolu yok. İmar
rantlarının bir kısmı cami inşaatlarına destek olarak talep edildi. 'Değişiklik
yapmayalım siz de cami için bağış yapın' denildi... Aynı zamanda bambaşka
yerlere de gitti. Ortada çok büyük bir yanlış var! Bu yanlışları makul
göstermek için araya başka unsurlar eklendi. Oluşan imar rantını iyi hesaplamak
lazım... Manevi hassasiyeti yüksek olanlar, böyle yapılan camilerin sayısına,
imar rantına dikkatle bakmalı. Cami yaptırma şartı da bu imar rantının içine
konuyor. Zorla, bağışla cami mi yaptırılır... Dolayısıyla bunlar çok büyük
yanlışlar!
ŞU AN TÜRKİYE'DE TAM BİR
SİSTEMSİZLİK HAKİM
2014'ten beri Türkiye'de kademeli bir
otoriterleşme başladı. Liyakatli insanlar, yavaş yavaş sistem dışına itildi. Hem
liyakatli siyasiler hem de bürokratlar devre dışı bırakıldı. Liyakatli isimler,
her şeye izin vermiyorlardı. 'Efendim, olmaz' diyebiliyorlardı. 15 Temmuz ile
birlikte de otoriterleşme 'meşru bir zemin' kazandı. O dönemde sonra şöyle bir
algı oluşturuldu: Otoriter olmazsak; başınıza bu gelir. Hemen arkasından
2017'de anayasa değişlikliği oldu. Fakat bundan önce de baskı mevcuttu; yönetim
ne diyorsa Meclis onu yapıyordu. Bu durum anayasa değişikliği ile beraber
hukuki hale geldi. Daha sonra da 'Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi' diye
etiketlenen bir sistemsizlik oluşturuldu. Şu an Türkiye'de tam bir sistemsizlik
hakim.
İLK SEÇİM KIRMIZI KART SEÇİMİ
OLACAK
Kovid-19 krizi daha da derinleşti, gelir
dağılımı, banka bilançoları çok daha önce bozulmuştur. Şirketler 'bilanço
makyajları' yapabilir ama artık bu makyajı yapmak mümkün değil. Türkiye'nin
ciddi bir enflasyon sıkıntısı var. Geleneksel medyanın, yarıdan fazlası iktidar
tarafından kontrol ediliyor. Burayı takip edenler, hayali Türkiye'yi
görüyorlar. Fakat bu durum uzun sürmez. O bebek; büyüğünde gerçekleri
sorgulayacak. İstanbul'u kaybettiler, Ankara'yı kaybettiler.... Halk, yerel
seçimlerde iktidara sarı kart gösterdi. Maçlarda sarı karttan sonra kırmızı
kart gelir. Sandık gelecek; o gün kırmızı kart çıkacağını düşündüğümüz için
hazırlık yapıyoruz.
TÜRKİYE, DOĞRU EKONOMİ PROGRAMI İLE
KRİZDEN ÇIKAR
Avrupa ekonomisi darlıyor... Peki, böyle
bir dönemde turizm nasıl artacak? Gerçekçi olmalıyız, turizm küçülecek. Önce
kısa tedbirler almalıyız. Artan cari açık ile döviz eksikliğini; yeni döviz
kaynakları ile telafi etmeliyiz. Yatırım, üretim ve ihracat... Türkiye'nin
çıkışı bunlar! Türkiye'nin, büyüme formülleri bu çerçevede yapılmalı. Fakat
ortaya devlet kapitalizm diye bir şey çıktı. Doğru bir ekonomi programı ile
Türkiye çok kısa sürede krizden çıkabilir. 'Bütün dünya bize düşman', 'Bize
bize yeteriz' mantığı ile bu işler olmaz. Ekonomik standartlar, dış politikayı
da etkiler. Ekonomi programları, 360 dereceyi görerek hazırlanmalı.
TÜRK YATIRIMCILAR DIŞARIDA HARIL
HARIL YATIRIM YAPIYOR | İZLE
Yabancı sermaye, istikrar ve ekonomik
güvenlik arar. Bunlar uluslararası sermaye için çok önemli. Bu yerli sermaye
için de geçerli. Türkiye'yi karanlık tünel gibi gören sermaye sahipleri, başka
yerlerde yatırım yapıyorlar. Türk yatırımcılar dışarıda harıl harıl yatırım
yapıyor. Türkiye’ye geldiği zaman başka bir şeyler de isteniyor. Yakinen
biliyoruz… Sermaye sahipleri, fiyat istikrarı arar. Fakat bu ancak bağımsız bir
Merkez Bankası'nın belirlediği fiyat istikrarı ile olur. Güçlü, sürdürebilir ve
kapsayıcı... Buralarda önemli olan; eşit dağılımı. Büyümenin kalitesi çok
önemli. Büyüdük de nasıl büyüdük? Önemli olan nicelik değil; nitelik. Türkiye
için büyüme modeli; alın teri ve bileğin gücü. Bir de fırsat eşitliği.
Türkiye, bilim üretmekte zorluk çekiyor.
Akademisyenler, 'Aman başıma bir iş gelmesin' diyorlar. Korku hâkim,
akademisyenler oto-sansür uyguluyorlar. Özgürlük olmasa nasıl bilimsel
çalışmalar yapılacak?
VARLIK FONU'NU KAPATACAĞIZ, TAM BİR
KARA DELİK
Varlık Fonu'nu kapatacağız. Tam bir kara
delik... Şeffaflığı olmayan, hesap verebilirliği olmayan bir yapı. Sayıştay
denetiminden uzak, hiçbir kurala tabii değil. İnanın; babanızdan miras kalsa o
kadar para harcamazsınız. Tamamen borçlanmaya dayanan bir yapı. Varlık Fonu,
ilk kurulduğu ne yaptıklarını biliyorsunuz? Borç para; aramak oldu... 2016'da
kanun çıktı, ilk borçlanmayı 2009'da yapabildiler. 3 yıl kimse para vermedi!
'Herkes neden para arıyorsunuz' diye sordu. Kendi içinde çok tezatlıkları var.
Biz bunu kesinlikle kapatacağız. Ben 5 yıl boyunca Varlık Fonu'nun kurulmasını
engelledim. Çünkü Hazine Bakanı'nın imzası olmadan kurulamıyordu. Ben gittikten
bir sene sonra kuruldu. Kesinlikle iktidara geldiğimizde kapatacağız. Tabii çok
ciddi zarara da neden olacak bu durum. Şimdiden o delik oluştu ve bu durum
derinleşecektir.
EN BÜYÜK SORUN; YİD PROJELERİNİN
PAHALIYA MAL EDİLMESİ...
Kamu-özel ortaklığındaki büyük projeler
çok önemli. 3'üncü köprü, Osmangazi ya da 3'üncü havalimanı, Türkiye'nin
ihtiyacı olan projelerdi. Fakat bunlar yapılırken, ucuza mal edilmeliydi... Bu
projelerin en büyük sorunu; çok pahalıya mal edilmesiydi. Nedeni ise ihale
mevzuatındaki çok geniş istisnalar. Peki, biz ne yapacağız? Yanlışları hukuk
çerçevesinde düzeltmeye çalışacağız. Hukuk çerçevesinde hareket edeceğiz.
Bağımsız bir yargı ile YİD projeleri incelenmeli. DEVA Partisi olarak YİD
projelerini; sadece nakit akışı olan projeleri için uygulayacağız.
TEKALİF-İ MİLLİYE'Yİ DUYUNCA EYVAH
DEDİM
Türkiye'nin, Merkez Bankası rezervleri
Kovid-19 salgını öncesi eritildi. Sürekli eksiğe giden bir rezerv var. Hatta
son toplantıda faizi sabit tutmak zorunda kaldılar. Göze alamadılar. Rezerv
yokken para basarsanız; paranız ciddi değer kaybına uğrar. Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın Trabzon konuşmasını dinleyince 'Eyvah' dedim. Sonra hemen geri adım
attılar 'Tekalifi-i Milliye'den. Bu tarz açıklamalar ancak krizi derinleştirir.
Koronavirüs salgını döneminde faiz sayacı çalışıyor ama işletmeler kapalı.
Verilen krediler ödeme günü geldiğinde yine bir krize neden olacak.
Çözüm süreci döneminde 'Başarı kimin?'
diye bir patent kavgası vardı. Fakat sonra 'Bu çözüm süreci nereden çıktı'
denildi... Can ve mal güvenliği yoksa, terör varsa doğal olarak ekonomik
istikrar bozulur.
FORMÜL BASİT: HUKUKİ GÜVENLİK VE
EKONOMİK ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK
En büyük sorunlardan biri; kadınların
istihdama katılımı. Fakat son 2 yılda kadınlar ve gençler iş aramayı
bıraktılar. Her krizde olduğu gibi bu krizde de en çok kadınlar etkilendi.
Yatırımın yolu; güvenden geçiyor. Hukuki güvenlik ve ekonomik öngörülebilirlik
olursa; yatırımcı da geliyor. Aslında formül çok basit. Bizim bu formülü
uygulamaktan başka çaremiz yok. Sanayi çok önemli. Yüksek katma değerleri
ürünleri, üretmek önemli.
Devlet destekleri de çok önemli. Burada
şeffaflığa dikkat edilmeli. Öyle akrabaya vermekle, kayırmacılık yapmakla
olmaz. Devlet, fırsat eşitliği yaratmalı. Rekabet yoksa rehavet meydana
geliyor. Özel sektör kadar devletin adil fırsatları da çok önemli. İkisini
dengelemek zorundayız. Sosyal adalet temin edilmeli. Yoksa yine en çok ekonomik
kriz dar gelirliyi vurur.
'ŞEHİR' SİYASİ HESAPLAŞMA YÜZÜNDEN
KAPATILDI
Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasına
açıkçası çok üzüldüm, kısa bir Twitter mesajı ile de paylaştım. Tamamen siyasi
hesaplaşma nedeniyle kapatıldı. Hele de kurumları böyle yıpratıldığı bir
dönemde. Çok yazık oldu. Çok üzüldüm ama nereye gideceği belliydi. Bu
hesaplaşma daha önce vardı. Olan öğrencilere ve akademisyenlere, eğitime oldu.
Eğitim önemli bir alan, siyasete, hesaplaşmalara, ideolojilere kurban
edilmemeli...
DİSLİKE'LERİ GÖRÜNCE... 'BARİ
KAPATALIM' DEDİLER
(Erdoğan'ın ‘sosyal medyaya düzenleme
yapacağız’ açıklaması) Sosyal medyayı kapatmaya çalışıyorlar. Erdoğan'ın
bugünkü açıklamaları ortada. Niye? Sosyal medya denemeleri oldu, baktılar ki
'dislike'larda durum felaket. 'Bu böyle olmayacak bari kapatalım' dediler.
Başarısız olunca direkt müdahale. Teknoloji üreten gençlerin, gönüllerini
kaybettiler. Teknoloji ile mücadele etmeleri mümkün değil. Teknoloji ile ancak
yan yana yürünülür. Teknoloji ile sadece büyürsünüz. Teknoloji ile savaşmak,
teknolojiyi kapatmak ya da yasaklamak mümkün değil. Bu dünya çok geride
kaldı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.