Rakamlar gösteriyor ki Türkiye düz yolda
başarıyla yürürken 2014’ten itibaren hatalar yapmış, kuralları gevşetmiş,
kurumları örselemiş ve sonunda 2018’de başlayan bir krize sürüklenmiş. Nasıl
başarıyorduk, hangi hatalar krize sürükledi? “Bizden” diyerek, “kol
kırılır yen içinde kalır” diye düşünerek devam etmek yerine, bu çıkış ve
iniş sürecini gözden geçirmek, sorgulamak, dersler çıkarmak gerekmez mi?
REFORM YILLARI
AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde
reforme edilmiş bir ekonomi devraldı. Merhum Bülent Ecevit başkanlığındaki DSP,
MHP, ANAP koalisyonu 2001 reformlarında, piyasa ekonomisinin eksik kalmış
kurallarını ve kurumlarını tamamladı: Merkez Bankası’nın bağımsızlığı
kanunlaştırıldı. Bankacılık sistemini reforme ederek hâlâ güçlü olan dayanıklı
bir yapı oluşturuldu.
Düzenleme ve denetim kurulları
işlevselleştirildi. Kemal Derviş’in teknik yönetiminde bu reformlar yapılırken,
Hikmet Sami Türk’ün, Adalet ve Devlet Bakanlıklarında, hukuk ve insan hakları
alanında önemli ilerlemeler kaydedildi.
2002’de iktidara gelen AK Parti bu süreci
hızlandırdı. AB sürecinde bütün temel kanunları yeniledi. Anayasa’nın 90.
Maddesine, evrensel hukukun yerel hukuktan üstün olduğu hükmü konuldu. Türkiye
Aralık 2014’te AB için “tam üyelik için aday ülke” statüsü elde etti. AK Parti,
Avrupa kıstaslarına dört elle sarılıyordu. Yılda 20 milyar dolar sermaye
gelmeye başladı ve…
DÜNYA EKONOMİSİNDE PAYIMIZ
Türkiye’nin dünya ekonomisinden aldığı
pay, 2002 yılında yüzde 0.80 iken 2013’te yüzde 1.23’e çıktı, tarihimizdeki en
yüksek düzey!
Dünyaya açılarak küresel ekonomiden daha
fazla pay almanın yolu belli olmuştu: Dünyaca kabul görecek kurullar ve
kurumlar yönetimi…
Dış politikada çatışma dili yerine
diplomasi diliyle yoğun ilişkiler…
Fakat 2014’ten itibaren dünya ekonomisindeki
payımız azalmaya başladı, adam adım giderek 2018 yılında dünya ekonomisindeki
payımız yüzde 0.89’a düştü! Neredeyse başa dönmüştük!
2014’ten itibaren bu gerilemenin siyasi
sebepleri sayılabilir: Gezi olayları, 17/25 teşebbüsü, 15 Temmuz darbe girişimi…
Fakat bu olaylar karşısında iktidarın davranışları hukuk devleti ve demokrasi
kurallarını güçlendirme görüntüsü vermedi; otoriterleşme görüntüsü verdi.
Uluslararası raporlarda yazılanlar budur.
Türkiye’nin nasıl bir OHAL yaşadığını, CB
sistemiyle kuralların ve kurumların nasıl aşındığını hepimiz biliyoruz. 2001
yılında Merkez Bankası’nın bağımsızlığını kanunlaştıran Türkiye’den, OHAL
kararnameleriyle Merkez Bankası kanunu değiştiren, “laf dinlemiyor” diye
başkanını görevden alan bir Türkiye’ye gelmiştik. 2020 yılında dünya
ekonomisindeki payımız yüzde 0.86’dır! Bu rakamları iktisatçı İbrahim
Turhan’dan aldım. Karar TV’de dün yaptığımız mülakatta anlattı.
ÜÇ TEMEL SORUN
Batı basınından ve kurumlarından iktidara
otoriterleşme eleştirileri geldikçe, iktidar reform sürecindeki dilini
değiştirdi. Batı karşıtı, hatta Şanghay Beşlisi’nden, Rusya’yla “stratejik
ortaklıktan” bahseden, Uygur Türkleri için Çin’i kınamaktan çekinen bir dil
ortaya çıktı.
İçeride de sert kutuplaşma, sert bir
ideolojik üslup… Reformlar döneminde üst düzey bürokratik görevlerde bulunmuş
olan Doç. Dr. İbrahim Turhan “temelde üç ciddi sorun var” diyor:
1. Akıl, bilim, bilgi, rasyonalite
yerine önyargı ve duyguların ağır basması.
2. Olgusal gerçeklik yerine komplo
teorileriyle bezenmiş kurgusal gerçekliklerin etkili olması.
3. Stratejik planlama yani uzun
vadeli programlar yerine, kısa vadeli sorunlara odaklanan bir yönetim anlayışı.
Yine İbrahim Turhan söyledi: 2003 yılına
kadar Türkiye’de fert başına gelir, dünya ortalamasının altındaymış… Reformlar
sayesinde 2005 yılından itibaren dünya ortalamasının üstüne çıkmışız; ama
2017’den itibaren yine dünya ortalamasının altına inmişiz.
Dünya yerinde durmuyor ki! Biz bize
yeteriz diyerek moral verebiliriz ama dünya ekonomisindeki payımızı
yükseltmeden ne güçlü ülke olabiliriz ne de 20 milyon işsize iş yaratabiliriz.
İbrahim Turhan, bugün Davutoğlu’nun
Gelecek Partisi’nde Genel Başkan Başdanışmanıdır.
Önemli olan Türkiye’nin dün düz yolda
ilerlerken nasıl krize sürüklendiğini fark etmektir. Devletin hukuki kurallarla
ve sağlam kurumlarla başarılı olabileceğini görmektir.
Yönetimde “bizden” olmanın değil, “liyakat”in
değerini anlamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.