Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile stratejik müttefik. Hükümet bu ittifakı çok önemsiyor ve ABD ile iyi ilişkileri korumaya özen gösteriyor. Yeri geldiğinde ABD’yi eleştirmekten geri durmuyor ama. Yüksek sesle ve sertçe de eleştirebiliyor.
ABD Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak
tanıdığında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu kararın geçersiz olduğunu
söylemiş, “Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir” demiş ve ABD
Başkanı Donald Trump’a, BM Güvenlik Konseyi’nin 470 sayılı Kudüs kararını
hatırlatıp, şöyle seslenmişti: “Bu kararı tek başına nasıl yok farz
ediyorsun ya? Senin böyle bir yetkin var mı?... Sen kendin tek başına bir emlak
mı alıp satıyorsun?... Bu bölgedeki hassasiyetler bilindiği halde nasıl oluyor
da böyle bir şey yapıyorsun? Buna yetkin yok!”
***
Türkiye, Avrupa Birliği üyeliğine aday.
Hükümet “Geleceğimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz” diyor ve AB
ile ilişkileri iyi tutmaya çalışıyor. Bununla beraber, yeri geldiğinde AB’yi
eleştirmekten de geri durmuyor. Bazen yerin dibine bile batırıyor.
Erdoğan, geçen sene, Almanya’da bir camiye
düzenlenen polis baskını üzerine şöyle konuşmuştu: “Ülkemizin üyeliğine
karşı sergilenen riyakarlıkta ‘AB değerleri’ diye dünyaya yutturulmaya çalışılan
bağnaz ve faşist zihniyeti zaten görmüştük. Şimdi kendi vatandaşı olan
Müslümanların haklarına yönelik bu tür saldırılarla Avrupa faşizmi yeni bir
safhaya geçmiştir. Bu tehlikeli gidiş Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında
insanlık tarihinin en büyük katliamlarını gerçekleştiren Avrupa›nın aklının
hala başına gelmediğinin işaretidir. Avrupa ülkeleri siyasi ve ekonomik olarak
yeniden yapılanan küresel sistemdeki konumlarını muhafaza etmek istiyorlarsa
bir an önce bünyelerindeki bu İslam düşmanlığı hastalığından kurtulmalıdır.”
***
Erdoğan bu tepkileri gösterirken Dışişleri
Bakanlığı da aynı minvalde açıklamalar yaptı. Türkiye Cumhuriyeti, devlet
olarak tepki gösterdi ABD ve AB’nin söz konusu hamlelerine. Dikkat buyurun, ne
ABD’nin Kudüs kararı ne de Alman polisinin cami baskını doğrudan doğruya
Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir hamleydi; buna rağmen tepki gösterme gereğini
duydu Ankara. İkisine de ‘Müslümanlara zulüm’ nokta-i nazarından bakarak
ve ‘mazlum Müslümanlar’ adına sert bir üslupla itiraz etti, asil bir tavır
sergiledi.
Soru: Uygur Türklerini
ve Doğu Türkistan’daki diğer Müslümanları zulme boğan Çin’e tepki niye “Sincan’daki
Uygur Türkleri ve diğer Müslüman azınlıklara yönelik insan hakları
uygulamalarından duyduğumuz endişe” gibi yumuşak ifadelerle sınırlı
kalıyor?
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’un
7 Ekim 2020 tarihli açıklamasında geçen mezkûr ifadedeki ‘inceliğe’ dikkat; “insan
hakları ihlalleri” değil “insan hakları uygulamaları”!
İhlal kelimesini kullanmaktan imtina
edilince ortaya çıkan garabet: Mezalimin adı, insan haklarının gerektirdiği
uygulamalarmış gibi, “insan hakları uygulamaları” oldu!
***
Türkiye Çin’le her şeye rağmen iyi
ilişkiler kurmalı ve o ilişkileri korumaya azmetmeli. Bunda bir sıkıntı yok.
Ama Çin’le iyi ilişkiler yürütürken bir yandan da Çin’e ‘Keyfi kitlesel göz altılara
son ver, toplama kamplarında tuttuğun Uyguları ve diğer Müslümanları serbest
bırak’ diye çağrıda bulunan Almanya, Fransa, İsveç, Hollanda, Belçika gibi
Avrupa ülkelerinin gerisine düşmek Türkiye’ye kesinlikle yakışmıyor.
Bu mahcubiyetimiz yetmezmiş gibi bir de
Çin’le imzalanan “suçluların iadesi anlaşması”nın her an parlamentoya sunulup
onaylanması tehlikesi var; Allah korusun. Türkiye’ye sığınan Uygurları
değilse kimi hedef alıyor bu anlaşma?
***
Hükümet, Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da
gördüğünü söylüyor, Çin’de gördüğünü söylemiyor. Hal bu iken Almanya’da bir
camiye düzenlenen polis baskınına istinaden “Avrupa faşizmi” gibi ağır
ifadeler kullanabilmesi ama Doğu Türkistan’da yüzbinlerce Müslüman’ın
asimilasyon kamplarına tıkılması konusunda “insan hakları ihlali” lafını
bile edememesi, üstelik o korkunç insan hakları ihlallerini “suçluların
iadesi anlaşması” ile bir nevi desteklemeye hazırlanması, hükümetin büyük
bir çelişkisidir.
Kimse bunu Çin’le ilişkilerin selametiyle
filan izah etmeye kalkmasın; makul bir izahı yoktur ve olamaz bunun.
Fevkalade sert tartışmalara rağmen AB ile
bağlarını koruyabilen, yer yer daha bile sert tartışmalara rağmen ABD ile
müttefiklik ilişkisini sürdürebilen, Kosova’nın bağımsızlığını tanıdığı halde
Sırbistan’la eskisinden daha iyi ilişkiler kurabilen ve Kırım’ın ilhakını defaatle
kınadığı halde Rusya’yla ‘papaz’ olmayan Türkiye, Çin’le iyi
ilişkilerini Doğu Türkistan konusunda daha şahsiyetli bir tavır sergileyerek de
koruyabilecek ve geliştirecek kabiliyette bir devlet değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.