Türkiye'nin ihtiyacı olan; kutuplaşma, ötekileştirme, sürekli kavga eden bir siyaset değil, aksine gerginlikleri, kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi ortadan kaldıracak, herkesi kucaklayacak bir siyaset dilidir
Ankara'da üç saldırı oldu.
Önce KRT'de programcı olan Afşin
Hatipoğlu saldırıya uğradı. Ardından Gelecek Partisi Genel Başkan
Yardımcısı Selçuk Özdağ ve kısa bir süre sonra da gazeteci Orhan
Uğuroğlu…
Kendilerine geçmiş olsun dileklerimi bir
kez daha iletiyor, saldırıları kınıyorum.
Afşin Hatipoğlu ve Selçuk Özdağ'ın
ortak yönleri eski MHP'li olmaları ve her ikisinin de son dönemde MHP'yi
eleştirmeleriydi.
Orhan Uğuroğlu ise gazeteciler günü nedeniyle kendisini ziyaret eden Selçuk
Özdağ'ın, MHP lideri Devlet Bahçeli ve MHP'ye dönük eleştirel
mesajlarını köşe yazısında paylaşmıştı.
2019 yılında da benzeri eleştirileri
dillendiren gazeteciler Yavuz Selim Demirağ, Sabahattin Önkibar, Ahmet Takan
ve İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in Basın Danışmanı Murat İde
evlerinin önünde benzeri saldırılara uğradılar.
Geçen yıl ilk saldırı CHP lideri Kemal
Kılıçdaroğlu'na, Nisan 2019'da, Ankara Sincan'da şehit cenazesinde yapıldı.
AK Parti üyesi olduğu anlaşılan saldırgan Kılıçdaroğlu'na yumruk attı,
arkasından devlet erkânının gözü önünde linç girişimi başladı.
1980 öncesinde Türkiye'yi 12 Eylül'e
götüren süreçte 5 binden fazla gencin ölümüyle sonuçlanan sağ-sol çatışmaları,
hâlâ devam eden PKK terörü ve 1990'ların başlarındaki siyasi suikastler,
FETÖ'nün darbe girişimi hatırlanınca bu tür saldırıların üzerinde ciddiyetle
durmak gerekiyor.
Uzun süre görülmeyen bu tür saldırıların,
2019 ve 2020 yıllarında, siyasilere ve gazetecilere dönük olarak yeniden
canlandığını görüyoruz.
Türkiye, terör ve şiddetin siyaset
aracı olarak kullanılması nedeniyle çok ağır bedeller ödemiş bir ülkedir.
Siyasette terör ve şiddetin bir
araç olarak kullanılmasına müsamaha gösterilmesi, saldırganların
"bizden-sizden" diye farklı muamele görmesi, 21. yüzyılda Türkiye'ye
yapılabilecek en büyük kötülük olur.
Yargının görevi
Bu saldırıların önüne geçilmesi güvenlik
güçleriyle yargının görevidir.
Muhalif olsun veya olmasın siyasetçilerin,
gazetecilerin, tüm vatandaşlarımızın can güvenliğini sağlamak güvenlik güçlerinin
görevidir. Saldırı olduğunda, saldırganları yakalamak, adalete teslim etmek
emniyet güçlerinin sorumluluğundadır. Olayı tüm yönleriyle ortaya çıkarmak ve
suçluları cezalandırmak da yargının görevi.
Güvenlik ve yargı kurumları görevlerini
yerine getirirken en küçük bir müsamaha, ihmal veya ayrımcılık yapmamalıdır.
Aksi halde saldırganlar bundan cesaret
alır, şiddet ve terörü siyaset aracı olarak kullanmak isteyenler teşvik edilmiş
olurlar.
Maalesef, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na
yumruk atıp linç girişimi başlatan saldırganın yargılaması zamana yayılmış,
elini kolunu sallayarak toplum içine salınmış ve hatta iktidar yanlıları
tarafından eli öpülüp kahraman ilân edilmiştir. Saldırgana hoşgörüyle
yaklaşılması, iktidar yanlıları tarafından kahraman ilân edilmesi çok büyük bir
hatadır.
Bu durumun, Kılıçdaroğlu'na yapılan linç
girişiminden sonra 2019 ve 2020 yıllarında gerçekleştirilen saldırılar ve
saldırganlar açısından teşvik edici olduğunu kabul etmek gerekir.
Bahçeli'nin çizdiği rota
Saldırıya uğrayanların ortak
yönünün MHP'yi eleştirmek olması ve saldırıya uğrayan Selçuk Özdağ'ın MHP'yi
işaret etmesi üzerine dikkatler bu partiden gelecek açıklamalara çevrilmişti.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın,
saldırıların kendisiyle ve partisiyle ilgili olmadığını açıkladı. Selçuk
Özdağ'ın yönelttiği eleştirilere karşı sert bir üslupla yanıt verdiğini, siyasi
mücadeleyi dille, sözle yaptığını, saldırıyla bir ilgisi olamayacağını
vurguladı.
Yalçın, bu açıklamalar içinde, "bu
hareketin delisi çoktur" diye bir cümle de sarfetti. Bu cümleyle
saldırıların partisi dışında bazıları tarafından yapılmış olabileceğini ima
etti. Ülkü Ocakları'yla ilgili soruyu yanıtlarken de, artık entelektüel
merkezler haline geldiğini, sokakla ilgileri olmadığını, o dönemin 12 Eylül
öncesinde kaldığını söyledi.
Yalçın'ın bu sözleri bana MHP lideri
Devlet Bahçeli'yle yaptığım ve ülkücü gençliğe yeni bir rota çizdiği söyleyişi
anımsattı.
2005 yılında yaptığımız bu söyleşimizde
Bahçeli, ülkücü gençlikle ilgili şöyle diyordu:
"Milliyetçi, ülkücü gençlik,
hiçbir şart altında sokakta, çatışma-kavga ortamında bulunmamalıdır. 21.
yüzyılın ilk çeyreğinde, Cumhuriyet'in 100. yıldönümünü lider bir ülke olarak
kutlama arzusu taşıyan bu gençlik, eline silah değil bilgisayar almalıdır. İhtiyacı
mermi değil bilgidir."
Bahçeli aynı söyleşimizde MHP'nin milliyetçilik
anlayışını Atatürk milliyetçiliği olarak tanımlamıştı.
MHP liderinin çizdiği bu rota kamuoyundan
ve seçmenden takdir görmüş, parti büyümüş, oyları yüzde 18'e kadar yükselmişti.
1999 yılında DSP ve ANAP'la yaptığı koalisyon ortaklığı da 12 Eylül öncesi
dönemden sonra, sağ ve solun kavgadan uzaklaşmasına, toplumsal gerginliğin
giderilmesine, demokrasinin daha iyi işlemesine katkıda bulunmuştu.
Türkiye'de AK Parti iktidarı uzun süredir
kutuplaştırıcı, ötekileştirici, sert bir söylemle siyaset yapıyor. Neredeyse
aralıksız sürdürülen bu politika Türkiye'de toplumu gerdi ve kutuplaştırdı. Bu
kutuplaşma örneklerini gördüğümüz gibi siyasette şiddet kullanmaya uygun bir
ortam yaratıyor.
Türkiye'nin ihtiyacı olan; kutuplaşma,
ötekileştirme, sürekli kavga eden bir siyaset değil, aksine gerginlikleri,
kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi ortadan kaldıracak, herkesi kucaklayacak bir
siyaset dilidir.
Bu açıdan Bahçeli'nin, partisi ve ülkücü
gençlik için çizdiği rota unutulmamalı, tüm siyasi parti liderleri, siyasette
şiddet ve terörün bir yöntem olarak kullanılmasına kesin bir şekilde ve
birlikte karşı çıkmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.