6 Ocak 2021 Çarşamba günü, Amerika’nın İç Savaş’tan beri yaşadığı en kara günlerden birisiydi. 3 Kasım 2020 tarihinde düzenlenen başkanlık seçimini kaybetmiş, üstelik kaybetmiş olduğu seçim sonuçlarını tanımayan, istese de istemese de 20 Ocak 2021 tarihinde koltuğunu seçilmiş başkan Joe Biden’a devretmek zorunda olan Donald Trump’ın çağrısı üzerine ülkenin dört bir tarafından Washington’a gelen ve ırkçılık, antisemitizm, İslamofobi, homofobi, yabancı düşmanlığı gibi aşırı sağın bir çok rengini temsil eden saldırgan bir güruh düzenlenen mitingde Trump’ı dinledikten sonra kongre binasını bastı, güvenlik bariyerlerini aşarak içeri girmeyi başardı, maddi ve manevi hasara ve can kaybına yol açtı.
Afrikalı-Amerikalılara yönelik ırk
ayrımcılığına karşı düzenlenen ve büyük ölçüde barışçıl olan gösterileri askeri
teçhizat kullanmaktan da kaçınmayarak bastıran ABD güvenlik güçlerinin Kongre
binasını basan güruha karşı görece yumuşak tavrı elbette kimsenin dikkatinden
kaçmadı. Seçilmiş ABD Başkanı Joe Biden da “Black Lives Matter Protestocuları
Trumpçı güruhun Kongre Binası önünde gördüklerinden çok farklı muamele
görürlerdi” ifadesiyle bu gözleme katıldığını açıkladı.
YouGov’un yaptığı kamuoyu araştırması
kongre binasının basılmasını Demokrat Parti taraftarlarının %93’ü demokrasiye
karşı bir tehdit olarak görürken Cumhuriyetçi Parti taraftarlarının sadece
%27’sinin aynı görüşte olduğunu ortaya koydu. Bu tablo Amerikan toplumunun ne
ölçüde kutuplaştığını bir kez daha gösterdi.
ABD’deki gelişmeler Türkiye’de sosyal
medyaya schaudenfreude (bir başkasının mutsuzluğundan mutlu olma anlamına gelen
Almanca bir terim) ile açıklanabilecek
bir ruh hali olarak yansıdı. Mazlumların ahı alınmış, ABD’nin sonu gelmişti.
ABD’nin eyaletler arası bir iç savaştan sonra bir kaç parçaya bölünmesi artık
kaçınılmazdı. Twitter’da top-trend olan hashtag lerden birisi #amerikayanıyor
idi.
PEKİ YAZ BİZ?
Peki diyelim ki bu denli kutuplaştığı için
Amerika yanıyor, ya biz? Bizde toplum tüm farklılıklarına rağmen karşılıklı
saygı ve sevgi içinde yaşıyor, birbirine ve daha önemlisi temel kurumlara ve
kurallara güveniyor, başı göğe değecek kadar özgür olan Türk vatandaşları
farklı düşündüğü konularda birbirlerine hakaret etmeden, bağırıp çağırmadan
tartışabiliyor, güvenlik güçleri barışçıl gösterilere saygı duyup koruma
görevini yerine getirirken saldırgan eylemlere kesinlikle izin vermiyor da
bizim mi haberimiz yok?
Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde henüz
ABD’deki olaylar yaşanmamıştı. Eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın “Türbanlı
hakim karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var. Bazıları
militanca ve ideolojik takılıyor, bununla mücadele edilmeli” şeklindeki
sözlerini ve bu sözlerin başlattığı tartışmayı Türkiye’de çok derin ve yaygın
olan kutuplaşmanın bir tezahürü olarak görmüş ve bu konuda yazmaya karar
vermiştim. Fikri Sağlar’ın belli bir tarzda giyinen ve hatırı sayılır bir
kesimi oluşturan kadınlara güvenmediğini ve dahası onların belli kamu
görevlerine gelmelerinin kısıtlanmasını arzu ettiğini, ki yakın zamana kadar
durum zaten buydu, ifade eden sözlerinin neden kutuplaşmanın tezahürü olduğunu
açıklamama sanırım gerek yok.
Daha ben yazıya başlayamadan bu sefer
Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı ve bu da Türkiye’deki
kutuplaşmayı gözler önüne seren başka bir tartışmayı alevlendirdi. Başta
Boğaziçi Üniversitesi akademik kadroları, öğrencileri ve mezunları olmak üzere
bir kesim üniversite ile bağlantısı olmayan, geçmişte devlet memuriyeti
bulunmayan, profesyonel anlamda yetersiz buldukları ve dahası geçmişte intihal
(fikir hırsızlığı) yaptığına dair ciddi deliller olan Melih Bulu’nun siyasi
bağlantıları nedeniyle atandığını, bu çerçevede kayyum rektör olduğunu öne
sürerek protesto ederken buna gelen cevap “topunuz elitistsiniz” oldu.
Türkiye’de kutuplaşmaya dair güncel
örnekler çoğaltılabilir ve bu yazı yayınlanmadan önce yeni örneklerin ortaya
çıkacağından da şüphem yok, ancak örnekleri çoğaltmak yerine Türkiye’deki
kutuplaşmayı gözler önüne seren bir araştırmadan bahsetmek istiyorum.
TÜRKİYE'DE KUTUPLAŞMANIN BOYUTLARI
Alman Marshall Fonu (GMF) ve İstanbul
Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin
(BİLGİ-Göç) gerçekleştirdiği Türkiye’de Kutuplaşma’nın Boyutları 2020
Araştırması Türkiye’de istisnasız her siyasi partinin taraftarlarının siyasal
ötekileri olarak gördükleri partinin taraftarları ile toplumsal ilişki kurmak
istemediklerini, kendilerini onlardan ahlaken üstün gördükleri ve dahası
siyasal haklarının kısıtlanmasını onayladıklarını ortaya koydu.
Araştırma aynı zamanda farklı siyasi parti
taraftarlarının farklı kanallardan bilgi aldıklarını, kendi bilgi aldıkları
kanalları objektif, siyasal ötekilerinin bilgi aldığı kanalları taraflı
bulduklarını ortaya koydu. Dahası, zaten sadece kendi görüşünü teyit eden
kanallardan bilgi alan bireylerin hassas konularda kendisi gibi düşünmeyen
insanlarla fikir teatisinden kaçındığını da ortaya koydu.
Birbiri ile etkileşime girmeye gönülsüz,
birbirini ahlaken zayıf bulan, birbirinin siyasal haklarının kısıtlanmasına
razı olan kesimlerden oluşan toplumumuzun Mitch McConnell’ın sözlerinde
“birbirimize karşı düşman ve hala paylaştığımız birkaç ulusal kuruma duyduğumuz
güvensizlik dışında hiçbir ortak yanı olmayan, ayrı gerçekler ve ayrı
gerçekliklerle iki ayrı kabile” şeklinde tarif ettiği toplumdan ne kadar farklı
olduğunu söyleyebiliriz?
Bu kadar kutuplaşmış bir toplumu bekleyen
bir çok tehlike olduğunu söylememe sanırım gerek yok. Toplumu adeta düşman
kabilelere ayrıştıran kutuplaşma her şeyden önce çoğulcu siyasetin zeminini
ortadan kaldırarak çoğunlukçuluğun, popülizmin ve otoriteryanizmin önünü
açıyor.
Ayrıca kutuplaşma toplumdaki farklı kesimler
arasında, haydi sevgiyi bir yana koyalım, güven ve saygıyı ortadan kaldırarak
toplumsal uyumu zayıflatıyor. Herkes kendi gettolarına çekiliyor ve
mecburiyetten paylaşılan kamusal alanlarda kendisini adeta işgal altında
hissediyor.
KUTUPLAŞMANIN SORUMLUSU BENİM
Kutuplaşmanın sorumlusunun kim olduğu
konusunda da kutuplaşmış durumdayız. Kimileri “CHP zihniyeti” ni sorumlu
tutuyor kimileri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı. Oysa kutuplaşma sadece Türkiye’ye
özgü bir kavram değil, Türkiye’de içinde bulunduğumuz döneme özgü bir kavram
hiç değil. Türkiye’de kutuplaşmanın Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlayan hızlı
toplumsal dönüşümden beri ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyıl sonunda
başlayan batılılaşma hareketinden beri şu veya bu düzeyde var olduğunu söyleyebiliriz.
Peki kutuplaşmanın sorumlusu kim? Kim
ayağa kalksın? Lafı dolaştırmadan söyleyeyim: benim, sizsiniz ve onlar, yani
hepimiziz. Kutuplaşmaya katkıda bulunmak için mutlaka kitlelere hitap eden bir
siyasal lider olmak gerekmiyor. Bazen vermediğimiz veya almadığımız bir
selamla, bazen saklayamadığımız bir küçümsemeyle, bazen müstehzi bir gülüşle,
kimi zaman da sosyal medyada paylaştığımız ve birilerini ne kadar inciteceğini
düşünmediğimiz bir espriyle hepimiz kutuplaşmaya katkıda bulunuyoruz. Şahsen
geçmişte sergilediğim bu tür davranışların sayısını tahmin bile
edemiyorum.
KUTUPLAŞMA TÜRKİYE'NİN KADERİ DEĞİL
Peki kutuplaşmayı kim çözecek, bunun
kestirme bir yolu var mı? Aslında yukarıdan aşağıya bir yöntem var ama doğrusu
gerçekçi değil. Siyasal sistem bugün içinde bulunduğumuz “kazanan her şeyi
alır” paradigmasından güç paylaşımı paradigmasına dönüşse, devlet tüm
vatandaşlara kaliteli ücretsiz kamu eğitimi verse ve eğitim öğrenim sürecinde
eleştirel düşünceyi desteklese, hukukun üstünlüğü tam olarak tesis edilse ve
herkesin tereddütsüz güvendiği bir yargı sistemi oluşturulsa, doğası gereği
ötekileştiren kamu kurumları kapsayıcı olacak veya en azından ötekileştirici
olmayacak şekilde reformdan geçirilse ve siyasal liderlerimiz kullandıkları dile
çeki düzen verseler, kutuplaşma hızla azalabilir. Ama takdir edersiniz ki,
bütün bunların olmasını beklemek için hayli iyimser olmak gerekiyor.
Bir de aşağıdan yukarıya, belki daha uzun
sürecek ama daha gerçekçi bir yol var: Geniş anlamda sivil toplumun konuya el
atması, kutuplaşma konusunda farkındalık yaratmaya yönelik kampanyalar
düzenlemesi, farklı toplum kesimlerinin birbiriyle temasını ve işbirliğini
mümkün kılacak faaliyetler örgütlemesi ve bunları yapmaya sabırla devam
etmesi.
Vatandaşların kutuplaşma konusundaki
farkındalığının arttığı ve sivil toplumun kutuplaşmayı azaltmak hedefi
doğrultusunda işbirliği yaptığı bir ortamda kutuplaştırıcı söylem ve
davranışlar ayıplı hale gelecek, siyasetçiler de hiç değilse kendi çıkarları
için kutuplaştırıcı söylemden vazgeçecektir.
Dostum Emre Erdoğan’ın yine bu platformda
yayınlanan yazısında ifade ettiği gibi, kutuplaşma Türkiye’nin kaderi değil ve
çözümü uzaklarda aramaya gerek yok.
ÖZGÜR ÜNLÜHİSARCIKLI KİMDİR?
Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme
bölümünden mezun olan Ünlühisarcıklı, Koç Üniversitesi’nde yüksek lisansını
tamamlamıştır. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) Kaynak Geliştirme Bölümü
Müdürlüğü, ARI Hareketi direktörlüğü gibi görevlerde bulunan Ünlühisarcıklı,
German Marshall Fund Ankara Direktörüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.