Bir Cumhurbaşkanı herhangi bir “Vatandaş”ını terörist diye suçlamaz.
Bir İçişleri Bakanı herhangi bir “Vatandaş”ına
namussuz demez.
Bir Adalet Bakanı herhangi bir “Vatandaş”ına
mahkum olmadan suçlu muamelesi yapamaz, mahkum olmuşsa da cezasından başka ceza
çektirerek ek maliyetler ödetemez.
Benim gördüğüm, sadece Adalet Bakanı şu
ifade edilen çizgide duruyor, ne sayın Cumhurbaşkanı ne de İçişleri Bakanı buna
riayet etmiyor.
Hem Cumhurbaşkanı hem İçişleri Bakanı
diyelim cezaevinde bulunan ve davası devam eden insanları terörist diye
damgalıyor, benzeri ifadeleri siyasi tartışmalarda başkaları için de
kullanıyor.
Neden sayın Cumhurbaşkanı ve söz konusu
bakanlar üzerinde duruyorum, çünkü Cumhurbaşkanı hem “milletin birliği”ni
temsil ediyor, hem tüm devlet emrinde, İçişleri Bakanı’nın emrinde devletin
istihbaratı ve güvenlik güçleri var, Adalet Bakanı da tüm ihtilafların
çözülmesinin beklendiği Adalet kurumunun başında.
Tüm bu makamlara ve orada oturan
kişilere ülkedeki her bir vatandaşın güven duyması lâzım.
Ben şahsen bunu, mesela sayın
Cumhurbaşkanı söz konusu olduğunda;
-Siyasete “Şahsi ikbal” için girdi
ise, kendi şahsının iyiliği için olduğunu düşündüğüm için önceliyorum.
-Siyasete “Türkiye’ye hizmet” gibi
bir gayeye hizmet için girdi ise, Türkiye’nin iyiliği için istiyorum.
-Siyasete “İslam’a hizmet” gibi bir
gaye ile girdiği farz edilirse, İslam’a hizmetin böyle olabileceğini düşündüğüm
için istiyorum.
Türkiye’de veya dünyanın herhangi
bir yerinde kişilerin öfkeleri üzerinden siyaset yaparsanız, arkanızda
toplanacak kitleler bulursunuz. İnsanların bencilliği – bireyselliği üzerinden
politikaların icra edildiği Amerika’da bile Trump gibi bir adam arkasında 71
milyon oy topladı ve onları terörize edip, memleketin Meclis’ini basmaya
yönlendirdi. Başka pek çok örnek verilebilir böyle, kitleleri arkasından
sürükleyen, ama kendileri için de ülkeleri için de iyi olmuyor.
Türkiye, kimlik üzerinden fay hatları oluşmuş
bir ülke. Oradan yola çıkıldığında da karşıt öfkeler oluşturmak mümkün. Ama
Türkiye’ye iyilik etmek isteyenler, bana göre, bu fay hatlarını derinleştirmez,
tamir etmeyi ana ilke olarak benimser.
Şunu da söyleyeyim: Politika yapan
herkes memleketin fay hatları ile oynasa bile, Devlet sorumluluğunu üzerinde
taşıyan insanlar ona yönelmez.
Uzunca bir süre Ana muhalefet liderini “zehirli
bir dil” kullandığı için eleştirdim. O, bu yolun yol almadığını gördü veya
yapılan eleştiriler ona bunu gösterdi, daha kuşatıcı bir dil geliştirerek kendi
klasik tabanı dışında toplum alanlarıyla iletişim kurmaya yöneldi.
Şu sıralar yeniden sadece belli
kesimlerinin öfkelerine denk düşecek olan bir “Hakaret dili” ile
konuşmaya başlamasının mantığını anlamak mümkün değil.
Ben, uzunca süredir Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın diyelim ana muhalefet liderini “aşağılama” niteliğinde “Bay
Kemal” diye konuşmaması gerektiğini yazmak istiyorum. Çünkü bu tür söylem,
karşıtını üretir, o da “Bay Recep” diye konuşmaya başlarsa, bu bir
Cumhurbaşkanı ile iletişim noktasında şık olmaz, diye düşünüyordum.
Gelinen noktaya bakar mısınız, bir
Cumhurbaşkanı mesela bir il başkanı ile ağır siyasi polemiğe giriyor. İçişleri
Bakanı hakeza.
Bir Cumhurbaşkanı siyasetin kendisi
ve karşıtları şeklinde bölünmesini sağlıklı bulabilir mi? Bugün Türkiye’de
siyaset yüzde 50-50 Erdoğan ve karşıtları şeklinde ayrışmış bulunuyor.
Bu kendisi için iyi midir, Türkiye
için iyi midir, İslam için iyi midir?
Hadi kendisi kendisidir diyelim -ki
bence kendisinin misyon kaybı da ülke için israftır- Türkiye derin bir
farklılaşma içine sürükleniyor, toplumun ana harcı olan İslam siyasi öfkelerin
ayrışma malzemesine dönüşüyor.
En önemlisi, kitlelerin “Devlete güven”
noktasında kafası karışıyor. Cumhurbaşkanı’nın en tepeden hüküm kurduğu,
İçişleri Bakanı’nın en bıçkın ifadelerle hedef aldığı herhangi bir insan,
Yargı’dan emin olabilir mi, emniyet kuvvetlerinden emin olabilir mi?
Evet, Cumhurbaşkanı yüzde 50 oy alıyor,
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun oy oranı da ondan aşağı değilmiş, belki
fazlaymış.
Ben mesela Ordu’nun, mesela Diyanet’in
güven ve saygınlık noktasında en küçük bir kaybını problem olarak gördüğümü
daha önce yazdım. Bu kurumlar güven kaybetmemelidir.
Aynı hassasiyetin Cumhurbaşkanlığı,
İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı (Yargı) için gösterilmesi gerekir.
Hani “başörtülü yargıç” üzerinden
tartışıldı ya konu, başörtülü - başörtüsüz, bıyıklı - bıyıksız, sakallı -
sakalsız, kravatlı - kravatsız… Kılık kıyafet değil ki insanın insana karşı
sorumluluğunu getiren, yüreği, kafa yapısı ile icra ediyor görevini… Ben
huzuruna çıktığım yargıca güven duymalıyım, yolda beni çeviren polise güven
duymalıyım. Askerime güven duymalıyım.
15 Temmuz’da bir kısım askerin ne
hale geldiğini gördük. Türkiye taraflı yargı, taraflı polis, taraflı bürokrat
olgusunu tanıyor. Herkes o hafızaya yatırım yapsa, devlet sorumluluğunu
taşıyanlar yapmamalı, dikkatli olmalı, diyorum son söz olarak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.