Geçen hafta bu köşede “Toplumsal
Kutuplaşma ve Zıtlaşma” başlıklı bir yazı yazmış ve toplumsal bünyedeki ciddi
bir sıkıntıyı anlatmaya çalışmıştım.
Kutuplaşma ve zıtlaşma diye tanımladığım
bu sıkıntı, son günlerde reel politik düzlemdeki dilin yeniden sertleşmesi ve
buna bağlı olarak siyasi havanın gerginleşmesi üzerine çok ciddi bir provokasyon
imkanına dönüştü. Şöyle ki birkaç gün önce İzmir müftülüğünün merkezi ses
sistemi sabote edilerek Konak, Karşıyaka gibi yerlerdeki bazı camilerin
hoparlörlerinden “Çav Bella/Bella Ciao” (Mussoli döneminin İtalya’sında
devrimci, sosyalist, komünist grupların marşı) isimli bir marşın yayını
yapıldı; daha sonra da bazı insanlar bu provokatif eylemi övücü ifadelerle
sosyal medya hesaplarında paylaşımlar yaptı.
Bu provokasyon için İzmir kentinin
seçilmiş olması çok manidar… Zira “Gâvur İzmir” şeklindeki çirkin yakıştırmanın
anlam ve çağrışımları malum… Camilerin hoparlörlerinden yayınlanan müziğin sol
ideolojide sembolik değeri haiz “Çav Bella” isimli marş olması daha bir
manidar. Zira İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in bu marşla ilgili hikâyesi de
malum… İzmir, CHP, CHP’li belediye başkanı, Çav Bella marşı, cami, minare,
ezan… Bütün bu isimler ve semboller bir araya getirildiğinde, özellikle de “Çav
Bella” gibi sembolik parmak izlerine dikkat edildiğinde, söz konusu
provokasyonun toplumsal kutuplaşma ve zıtlaşma sosyolojisinden Maraş ve Çorum
olayları gibi bir toplumsal infial yaratmaya matuf olduğu anlaşılır.
1978 yılında memleketi 12 Eylül 1980
darbesine götüren Maraş olayları sırasında 100’den fazla insanımız katledildi;
Alevi vatandaşlarımıza ait 200’den fazla ev ateşe verildi ve 100’e yakın işyeri
tahrip edildi. Tamamen siyasi saiklerle kaşınan Alevi-Sünni ihtilafının
gerginliği tırmandırdığı bir süreçte, Maraş’taki Çiçek Sineması’na o dönemin
milliyetçi filmlerinden biri olarak kabul edilen “Güneş Ne Zaman Doğacak”
isimli filmin gösterimi sırasında patlayıcı madde atılması infialin fitilini
ateşlemiş, olayların çığırından çıkma aşamasında Bağlarbaşı camii imamı Mustafa
Yıldız cuma vaazında şu öğütleri (!) vermişti: “Oruç tutmak namaz kılmakla hacı
olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır; bütün din
kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır;
çevremizde bulunan Alevileri ve CHP’li Sünni imansızları temizleyeceğiz.”
Geçen haftalarda Sevda Noyan’ın lüzumsuz
ve sorumsuz konuşması, bu hafta İzmir’deki bazı camilerin hoparlörlerinden Çav
Bella marşı çalınması memleketin havasındaki provokasyon kokusunu
yoğunlaştırıyor. Bereket versin ki bu defa aklıselim ve sağduyu ülke sathında
daha baskın görünüyor. İzmir Belediye başkanı Tunç Soyer’in şu açıklaması da
takdiri hak ediyor: “En fazla birlik beraberlik içinde olmamız gereken
günlerde, halkımızı birbirine düşürmeye, kutuplaştırmaya çalışanların bu kadar
alçakça provokasyona tevessül etmeleri niyetlerini açıkça ortaya koyuyor.
Hedefleri halkımızın dirliğini, birliğini bozmaktır. Bu oyuna gelmeyelim.
Diyanet İşleri Başkanlığımıza bağlı bazı camilerin ses sistemine girerek bu
eylemi gerçekleştirenleri devletin yetkilileri ve emniyet güçlerinin en kısa
sürede yakalayarak yüce Türk adaleti önüne çıkacağına inanıyor, İzmirliler
adına bekliyoruz. Asla kabul etmeyeceğimiz bu provokasyonu gerçekleştirenleri
lanetliyor, güzel İzmir’in adını bu olayla yan yana getirip politika malzemesi
yapanları da kınıyorum.”
İzmir’de tezgâhlanan provokasyonun üç beş
densiz ya da kendini bilmez insanın marifeti olmadığını anlamak için özel harp
dairesinde uzman olmaya gerek yok. Bu iş kesinlikle derin, kirli ve karanlık
bir iş… Akif Beki’nin “Camide kim Çav Bella çalar?” başlıklı yazısında Özel
Harp Dairesi eski Başkanı Org. Sabri Yirmibeşoğlu’ndan aktardığı şu ifadeler de
bunu teyit edici mahiyette: “Eğer bir yerde halkı galeyana getirmek isterseniz,
sizin saygın değerlerinize düşmanın küçültücü hareket yaptığını gösterirsiniz.
Özel Harp’te bir kural vardır. Halkın mukavemetini arttırmak için, düşman
yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami
yaktık biz mesela...”
Bu pasajda da açıkça belirtildiği üzere
toplumsal planda geniş çaplı infial yaratacak provokasyonlarda en etkili unsur,
kutsal semboller ve değerlere saldırıda ifadesini bulur. Çünkü kutsallara saldırı
toplumun çok hassas olduğu sinir uçlarına dokunmak, taze yarayı kaşıyıp
kanatmak gibi bir anlam taşır. Kaldı ki bizim bazı siyasal ve toplumsal
yaralarımız, Alevi-Sünni ihtilafı gibi asırlara uzanan bir geçmişe sahip olsa
dahi her zaman taze ve kanamaya hazırdır. Nitekim Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail
(Osmanlı-Safevi) mücadelesi, Çaldıran muharebesi ve kızılbaşlık meselesinden bu
yana her kaşındığında kanamış ve en son versiyonuyla Sivas-Madımak vakası
olarak karşımıza çıkmıştır. Öte yandan, biz rasyonellikten ziyade duygusallığı
ağır basan bir toplum olduğumuzdan, her daim kışkırtılmaya elverişli bir ruhsal
moddayızdır. Fakat bütün bu duygusallığımıza rağmen kırk-elli yıl gibi kısa bir
zaman aralığında defalarca aynı kodlarla kodlanıp tezgâhlanan provokasyonlara
karşı sağduyulu, serinkanlı ve aklıselimle mukabelede bulunmak, çok zor bir iş
olmamalıdır. Kısacası, ister bireysel ister toplumsal planda ne kadar
kışkırtılırsak kışkırtılalım, aklıselim ve sağduyuyla adım atmamız gerektiğini
asla unutmamak lazımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.