İlk kim söylemiştir, bilmiyorum: “Batı’nın
teknolojisini alalım ama ahlakını almayalım” diye çok meşhur bir laf vardı
eskiden.
Yani 18. yüzyıldan itibaren askeri ve
siyasi sahada bizden üstün hale geldiklerini fark ettiğimiz Avrupalıların
teknolojisi iyi, ahlakı kötüydü bize göre.
Bilimin ve bilimsel bilginin
uygulama alanı olan teknolojinin, kendisini üreten toplumun zihniyet yapısından
bağımsız işleyemeyeceğini görmeyen bir yaklaşım bu.
Aynı zamanda ahlak kavramını özellikle
kadının giyim kuşamı ve davranışlarının çerçevelediği çok dar bir alana
sıkıştıran anlayışın ifadesi.
Çünkü bizim toplumda “Aman ha, Batı’nın
ahlakını almayalım” derken kastedilenin ne olduğu bellidir. Kadınların açık
saçık giyindiği, kız-erkek arkadaşlığının ayıp sayılmadığı bir yerdir Batı.
Ahlak kavramının içerdiği başka değerler konusunda ne durumda oldukları fazla
önem taşımaz. Ne hırsızlık ne yolsuzluk ne iltimas ne de akla gelebilecek
herhangi bir haksızlık ve suiistimal bir kadının giyiminde ve davranışlarında
tespit ettiğimiz “sınır aşma” kadar vahim olaylar değildir. Biraz daha dindar
olanlarımız için bunun arkasından içki içmek gelir. Öbürlerinin hepsi bu
ikisinin ardından sıralanır. Batı’nın ahlakını almamak işte bunun için
önemlidir.
Ne var ki aslında bu yaklaşımı doğru kabul
etsek bile “Batının ahlakını almama” tavrında önemli bir hususun atlandığını
fark etmemiz gerekiyor. Ahlak yalnızca günlük hayatta toplum içindeki
davranışlarımızın genel kabul görmüş kurallara veya normlara uygunluğu demek
değildir. Batı dillerindeki moral ve etik ayrımında olduğu
gibi daha derin bir boyutu vardır ahlakın.
***
Moral değerler başkalarının
yanında nasıl davranacağımızı belirler. Etik değerler ise yalnız
başımızayken nasıl davranacağımızı da belirleyen temel ilkelerdir. Sözgelimi
şöyle ya da böyle giyinmek moral değerler kapsamındadır. Buna karşılık mesela
dürüstlük etik değerdir. Bir toplumda moral ve etik değerlerin ayrı ayrı
ürettikleri kurallar, kurumlar, normlar, prensipler vardır. Kadın erkek
ilişkilerindeki kuralları moral değerler, kadın ile erkek arasındaki eşitlik
konusundaki normları etik değerler belirler.
“Aman almayalım” dediğimiz ahlak
Avrupalıların moralite dedikleridir. Buna mukabil bugün Avrupa’da kanun
üstünlüğünü, bağımsız yargıyı, inanç ve düşünce hürriyetini görüp “Keşke
Batının teknolojisi yerine ahlakını alsaymışız” diyenlerin kastettiği ise etik
değerlerin ürettiği normlar ve kurumlar.
Bu noktada karşımıza çıkan soru şu:
Sözgelimi devlet kapısında iş bulmak için “bir dayıya sahip olmanın gerektiği”
toplumun ahlakının yerine her görevlinin yerleşik kurallara uygun biçimde
ehliyet ve liyakatine göre belirlendiği toplumun ahlakını getirip
yerleştirebilir miyiz? Bu kolayca mümkün olacak bir işlem değil maalesef.
Başka bir bahçede beğendiğiniz bir ağacın
dalını alıp evinize götürürseniz bir süre sonra elinizde kuru bir odun parçası
kalır. Yaşaması için ağacın gövdesini köküyle birlikte alıp kendi bahçenize
dikmeniz gerekir. Benzer şekilde kurumlar ve kurallar da tek başına bir
toplumdan bir başka topluma tam manasıyla transfer edilemez.
Ama bir toplumdaki işleyişin bir diğer
topluma ilham vermesi, örnek olması elbette mümkündür. Dolayısıyla “Batı’nın
teknolojisini alalım ama ahlakını almayalım” diyenlerin de aralarında olduğu
Osmanlı aydınlarının modernleşme çabasında Avrupa’yı örnek almaları kadar doğal
bir şey olamazdı.
***
Bernard Lewis’in muhtelif kitaplarında ve
makalelerinde hep üzerinde durduğu bir husus vardır: 19. yüzyıldan önce İslam
dünyasıyla ve hususen Türk toplumuyla Avrupalılar arasında çok az ilişki vardı.
Neredeyse ancak harp sahasında birbirlerini görebilen bu iki toplum arasındaki
asıl tanışma, Avrupalı tacirlerin seyahatleri bir yana bırakılırsa, 19.
yüzyılın başından itibaren buradan Avrupa ülkelerine gönderilen diplomatlar,
eğitim için giden gençler ve “gönüllü siyasi sürgün” diyebileceğimiz bazı
aydınlar aracılığıyla gerçekleşti.
Geçmişte “kara dinli kara donlu pis
kafirler” diyerek aşağıladığımız, sonraları ise askeri, siyasi, ekonomik ve
teknolojik üstünlüklerini kabul edip imrenmeye ve bazı uygulamalarını taklit
etmeye çalıştığımız Avrupalıları bundan iki yüz yıl önce kurulan söz konusu
ilişkilerle daha yakından tanımaya başladık.
Siyasi kaçak olarak Avrupa’ya giden
aydınlarımızdan Ziya Paşa’nın izlenimleri şöyleydi: “Diyar-ı küfrü gezdim
beldeler kâşâneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün virâneler gördüm.”
Mehmet Akif ise bu çelişkiyi “Dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi”
diye yorumlayacaktır. Yani sorun bizde, dinimizde değil. Onların başarısı
da dinlerinden dolayı değil.
Akif’in de içlerinde yer aldığı Meşrutiyet
devri İslamcıları bu yaklaşım doğrultusunda “Batı’nın teknolojisini alalım ama
ahlakını almayalım” prensibini benimsemiş görünürler. Mamafih biraz da
modernleşme atılımlarına karşı toplum içindeki direnci kırmak için bu argümanın
kullanıldığını düşünmek pek yanlış olmasa gerektir.
Yazının başında “bu sözü ilk kim
söylemişti, bilmiyorum” dedim ama galiba Namık Kemal’in bir makalesinde bu
anlama gelebilecek bir ifade vardı. Şu anda eliminin altında ilgili kaynak
olmadığı için bakamıyorum, yaklaşık olarak “Avrupalıların danslarını,
modalarını ve kıyafetlerini alacak değiliz. Bizim kültürümüz hepsinden güzel”
mealinde bir laftı. Muhtemelen modernleşmeye bu bahaneyle itiraz edenlere veya
modernleşmeyi taklitçi bir anlayışla savunanlara cevap mahiyetindeydi.
Ne var ki Kemal’in yazdıklarına bir bütün
olarak bakıldığında görülür ki vatan ve hürriyet şairimiz Avrupa’nın yalnızca
teknolojisini almakla iktifa etme yanlısı değildir. İslam dünyasının ve
münferiden Osmanlı’nın içine düşmüş olduğu durumdan kurtuluşu için demokrasi (şura),
anayasa, parlamento gibi kurumları, kuvvetler ayrılığı, adalet, hürriyet, vatan
sevgisi gibi prensipleri ve değerleri almak gerektiğini ama bunların aslında
Batı’nın malı değil insanlığın ortak birikiminin ürünleri olduğunu, nitekim
İslam’ın ilk zuhurundaki yönetim şeklinin bir tür cumhuriyet ve demokrasi
olduğunu savunur.
Dolayısıyla zaman içinde bambaşka bir
zihniyetin ifadesine dönüşmüş olan “Batı’nın teknolojisini alalım ama ahlakını
almayalım” prensibini Namık Kemal’e izafe etmek haksızlık olabilir. Ama aynı
şekilde bu prensibi tarihî bağlamından ayrı ele alıp peşinen gericilik,
tutuculuk olarak yaftalamak da doğru olmayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.