***
“Propagandist olmak kolaydır, aydın olmak
zor. Ama ilkinin ne toplumuna ne de savunduğu fikre faydası ve katkısı yoktur
son tahlilde.”
***
EROL GÜNGÖR DİYOR Kİ
“Aydın olmanın gerektirdiği zihin
disiplinini korumak isteyen kimse herkesin koşuşturduğu yere gözü kapalı
dalacak yerde, sakin bir köşeye çekilerek bütün bu olup bitenlerin neden ibaret
bulunduğunu düşünmeye çalışır… Kendisi de kalabalığa karışıp kaybolduğu
takdirde insanlara iyilik değil kötülük etmiş olur…”
Erol Güngör, aydınların özellikle
eleştirel zihniyetine değer vermektedir:
“Aydınların pek çok şey karşısında
menfi ve muhalif görünmelerinin esas sebebi işte budur. En cazip ve makul
görünen şeyleri bile kolay kabul etmezler. Her şeyin ilk anda göze görülmeyen
mahzurlarını araştırırlar. Frenklerin esprit critique dedikleri bu ihtiyatlı ve
tenkitçi tavrı kaybeden bir aydın artık ruhları karartmaktan başka işe
yaramaz.”
Hocam ve ağabeyim Erol Güngör, kendisi
gibi milliyetçi fakat ‘partili’ olmuş arkadaşlarıyla anlaşamadığını, çünkü
siyasi önceliklerin serbest düşünmeyi engellediğini belirtir. “Siyasi
mücadelelerde ağırlık noktası çoğunlukla zümre menfaatlarıdır” tespitini yapan
Güngör şöyle yazar:
“Aydın, bir meselede karara
varırken, bu benim yararımadır diye düşünmez, hakikat bu mudur diye bakar.”
Bunun emir ve talimatla, mahalle çıkarlarıyla,
aşiretleşmiş ‘biz’ anlayışıyla bağdaşmayacağı açıktır.
‘HAKİKAT’İ ARAŞTIRAN AYDIN
Hayatın gerçeğinde elbette siyasi güç
kavgaları, sınıf ve zümre menfaatleri vardır. Hukuk içinde olmak kaydıyla
bunlar toplumsal dinamizmin unsurlarıdır.
Aydının görevi bunlara kapılmayıp
eleştirecek ve yeni tezler ileri sürebilecek kadar bağımsız ve birikimli
olmaktır.
Tabii her aydın bu kalitede değildir.
Toplumların, partilerin, fikir akımlarının
ufkunu açacak olan aydın tipi, merhum Güngör’ün tanımladığı her olayda
“hakikati araştıran” aydındır.
Avrupa’da ‘aydınlanma düşünürü’
Montesquieu’nin “Kanunların Ruhu” adlı kitabı 1748’de yayınlandı; bugün bütün
modern anayasaların temelinde bu kitap vardır.
Bizde 1860’tan itibaren gazetenin
hayatımıza girmesiyle, “süslü dil” yerine okurların anlayacağı dil önem kazandı
ve Namık Kemal gibi gerçek aydınlar çıkmaya başladı; araştıran, eleştiren,
düşünen bağımsız ‘kafa’ insanları…
Tabii partizan aydınlar, iliştirilmiş
aydınlar, organik aydınlar olacak; ufkumuzu açacak olanlar ise her düşünce
akımının bağımsız aydınlarıdır.
Cemil Meriç ne diyordu?
“Düşünce kıldan ince, kılıçtan
keskin; kalabalıklar geçemez üzerinden.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.