Bizde tarih denince akla iki çizgi
geliyor: Osmanlıcılık (daha çok kuruluş ve yükseliş dönemlerinin dizayn edilmiş
hali) ve Cumhuriyetçilik (o da ütopik bir Atatürk anlatımına esirdir).
Aslında iki dönemle alakalı az sayıda da
olsa çok kıymetli çalışma var ama bunların hiç birisi genel-geçer piyasada
kabul görmez, genelde eş-dost mahfillerinde kısık sesle konuşulur.
Egemen bakış iki dönemi (Osmanlı-Cumhuriyet)
birbirinin anti-tezi gibi görüyor. İşin kötüsü iki tarafın önde yürüyen
silahşorları büyük ölçüde savundukları fikirlerin genel-geçer dünya düzeninde
bir karşılığı olmadığını da çok biliyor. Ama halkın genelinin kesin inançlı
olması, sattıkları malın alıcısının da çok olmasını sağlıyor. Bu da genel
kabullere aykırı görünen en ufak bir imânın bile saldırıya açık olması ve yok
sayılması için yeterli. Yanmaz kefen ile Atatürk üzerinden para kazanmanın
sosyolojik olarak benzer saiklere dayandığının anlatılamaması bu yüzden.
II. Abdülhamit ile Atatürk’ün ülkeyi kendi
klikleri ve kendi beklentileri ile yönetmeye çalıştıkları, tarzlarındaki bazı
benzerlikler de ve bugüne yansımaları da kolay kolay görülmez. Fikri takip ve
ortak ilkelere sahip olmayınca böyle oluyor.
Batılılaşma maceramızın başından beri
büyük oranda bürokratik bir dayatma olduğu ve bu konuda Cumhuriyet
bürokrasisinin Osmanlı bürokrasinin bir mirasçısı olduğu genelde görmezden
gelinir. Üretim tarzını değiştirememek, zenginliğin kaynağını doğru teşhis
edememek ve uzun vadeli planlara yüzümüzün olmaması nedeniyle sürekli
bocalıyoruz.
“Devleti kurtarma” adı altında reformlar
yaparken devletin asıl sahibi olması gereken geniş halk kitlelerini ve onların
gerçek ihtiyaçlarını gündeme al(a)mamak da bir başka sebep. Belki bugüne kadar
bunu anlamaya en fazla yaklaşan Ak Parti oldu ama o da bir süre sonra soluksuz
uzun iktidarın verdiği güçle kendisini yıkmaya çalıştığı eski bürokratik yapıya
eklemledi.
Şerif Mardin’den mülhem, “çevre merkeze
taşınırken” bu seferde başkaları dışarı itildi. Ak Partinin söylemde kendisini
bugün adeta devletin tek temsilcisi imiş görmesi de bu durumun açık bir
göstergesi.
Belediyelerle yaşanan kavganın temeli de
burada; Refah Partisi-Ak Parti çizgisinin geçmişte neredeyse tekeline aldığı
bir takım uygulamaların şimdi muhalefetçe yapılmaya çalışılmasının açık bir
tehdit olarak algılanması bu yüzden.
***
Corona krizinden en iyi ihtimalle %20
ekonomik bir daralmayla çıkağımız görülüyor. Bunun topluma işsizlik ve alım
gücünün düşmesi olarak yansıyacağı kesin.
Ak Parti bürokratik gelenekte gedikler
açarak sosyal-devlet politikalarını hayatımıza sokarken kriterlerdeki bazı
açıklar yüzünden ekonomik hayata katkı verebilecek bir kısım nüfusun da
verimlilikten uzak kalmasına yol açtı. Burada suçu tamamen Ak Partiye yıkmak
yanlış olur; insanımızın genel ahlak seviyesindeki arazlar da bunda etken. Bu
çarpık ilişkiye dünden bugüne güya vakıf-dernek adı altında hayatımızda yer
tutan kurumlar da dahil. Bugün vakıf-dernekler birer STK olmaktan çok devletin
vatandaştan topladığı vergilerle, dışa kapalı küçük bir zümre için bir saadet
zinciri olarak çalışmakta ve kamu kaynakları yandaş veya candaşlarca
yağmalanmaktadır. Burada halka ise çok cüzi bir miktar düşmektedir.
Bugün Corona krizinde sağlık sistemimizin
başarısının altında ileride uzun uzun uzadıya kritiğini yapmamız gereken
sebeplerin yattığı ise bir başka gerçek.
Üretmeden, üretime katkıda bulunmadan
vergi yolu ile ya da servet transferi ile geçinmeye alışmış bürokratik bir
devletin tebasının da oluşan açıkları kullanmasında şaşılacak bir durum yok.
Buradaki temel sorun aktarılan servetlerin
kalıcı yatırımlara ve artı değere dönüşememesi, üretim yerine tüketime
yönelmesi olduğu yıllardır yazılıp çiziliyor.
Bugün zenginleşen pek çok iş adamının(?)
önümüzdeki 10 yıl içinde hayatımızdan tamamen silineceği acı bir gerçek. Hala
gerçek bir burjuva sınıfı oluşturabilmek için gerekli alt yapımız yok. Olan
burjuvamız da geçmişin ayanları ile eşrafının dönemin bürokrasisi ile ilişkisi
gibi günümüzde de –hangi partili olduğunuzdan bağımsız- partili bürokratlar ile
benzer bir şekilde sürdürüyor.
Ülkemizde burjuva olarak
nitelendirebileceğimiz kaç aile var sayın desem; Koç, Sabancı, Eczacıbaşı,
Zorlu… orada kaldım ben. Zenginimiz çok var ama maalesef burjuvamız yok.
Saydığım aileler dahi bir noktada bürokratik devlet ile sıklıkla ittifak kurmak
zorunda kalıyor. Ve maalesef bu Ak Parti’nin çıktığı yolda varmayı hedeflediği
yer değildi.
Çıkışımızın yolu, sanırım yukarıda
saydığım ailelere en az bir 50- 60 aileyi daha katmak olduğunu anladığımız gün
açılacaktır ama bizdeki ilişkiler ağı maalesef buna engel…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.