Bu yazı, Ahmet Davutoğlu’nun medya
dünyamıza armağan ettiği ifade ile, “Aklı ile dili arasındaki irtibatı
kaybetmeyenler”e…
Bu yazı yazdığı yazı, söylediği söz ve
attığı tweet ile, hatta alay için yaptığı göz - kaş işareti ile “Ahiret
sorumluluğu” arasında irtibat olduğunu, mahşer ortamının da çocuk oyuncağı olmadığını,
insanın “Kaçacak yer neresi?” diye dövündüğü, “kardeşin kardeşten, insanın
annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçtığı” bir ortam olduğunu
bilenlere, unutmayanlara…
Bu yazı Müslüman olup da “Kul hakkı” denen
şeyin, hakkı ihlâl edilen kişi ile “Helalleşmeden” Allah Teâlâ tarafından bile
affedilmediğini bilenlere…
Bu yazı, “Söz” konusunda helâlleşmenin
çalınan mal konusunda helalleşmek kadar kolay olmadığını bilenlere.
Bu yazı, söylenen her sözün, yazılan her
cümlenin kaybolmadığına, unutulmadığına, kayda geçtiğine ve “O gün” Huzur’a
getirileceğine inananlara…
Bu yazı “Gıybet” denen şeyin, Allah
katında, “insanın kardeşini öldürmesi ve onun cesedinden kopardığı parçayı
ağzında çiğnemesi” kadar “tiksindirici” bir şey olduğuna inananlara…
Bu yazı, sırf habercilik boyutunda
kendisine gelen bir bilgiyi – haberi, araştırmadan, kamuoyu ile paylaşmanın
bizzat Kur’an tarafından yasaklandığı gerçeğini önemseyenlere…
Bu yazı, gayr-ı müslim bir insana karşı
bile işlenen suç yüzünden, dönemin hükümdarının sanık sandalyesine
oturtulduğunu, suçun cezası velev kısas boyutunda olsun, infazına karar
verilmesinin İslam toplumunda Adalet’in en güzel örneklerinden olduğunu
iftiharla anlatanlara…
Bu yazı “Kimin bende hakkı varsa gelsin
alsın, kime haksız yere vurmuşsam işte sırtım gelsin vursun” diyerek Ahiret’e
“kul hakkı” yüküyle gitmeme hassasiyetini “En yüce ahlak” örneği olarak önümüze
koyan bir Peygamber’le irtibatını koparmayanlara…
Şimdi gelelim söz ile işlenen cürmün
boyutlarına.
Diyelim birisi hakkında hakaret içeren bir
tweet attınız.
Diyelim birisinin hakaret içeren tweetini
retweetlediniz.
Diyelim siyaset kürsüsünden bir kişi –
grup hakkında hakaret içiren sözler söylediniz.
Diyelim, bir kişi – grup hakkında en ağır
ifadeleri, yargılamaları ihtiva eden bir yazı yazdınız, gazetede yayınladınız,
internet ortamında çoğalttınız…
Diyelim bir insanın mahremini
fotoğrafladınız ve kamuoyu ile paylaştınız…
Önce sormak gerekiyor: Kamuoyu denen alan
kaç kişiden oluşuyor? O bilgi, o söz, o hakaret, o mahreme saldırı kimlere
ulaşıyor?
Hakaret edilen kişi cesaret gösterip düzeltme
gönderdiyse, tekzip ettiyse, siz de hala sınırları çiğnememe gibi bir “insaf”
noktasındaysanız, içinizde hala “Helalleşme” hassasiyeti kalmışsa, düzeltmeyi
okuyucularınızla, dinleyicilerinizle, takipçilerinizle paylaşıyorsunuz.
İş tamam mı? Oldu bitti, dosya temizlendi
mi?
Sizin karalamalarınızın, hakaretlerinizin,
paylaştığınız çirkinliklerin ulaştığı en uç yerlere, toplumun kılcal
damarlarına kadar ulaştı mı özrünüz? Ve özrünüz, hukukunu çiğnediğiniz insan
hakkında zihinlerde oluşan kirliliği izale etti mi? Emin misiniz?
Yoksa hakareti manşetten verdiniz,
kürsüden yaptınız, yazınızda – konuşmanızda söz konusu insan -grup hakkında en
tiksindirici cümleleri kullandınız, özür babına gelince de en görünmez yerlerde
kendinize en az dokunacak bir formül mü buldunuz?
Hakaret ettiğiniz insan, dünyanın en ücra
köşesinde kendisine yöneltilen iftirayı cevaplamakla boğuşurken, siz köşenizde,
iftira atmış adam rolünde değil, insanların hukukunu çiğnemiş siyasetçi olarak
değil, twitter canavarı hüviyetinde değil, hala yazmaya, konuşmaya, tweet
atmaya devam mı ettiniz?
Bu işleri medyanızda, siyaset kürsüsünde,
sosyal medya ortamında “İslami bir mücadele misyonu” içinde verdiğinizi
düşünüyorsanız, ya da insanlar sizin böyle bir misyon içinde hareket ettiğinizi
düşünüyorlarsa, en büyük bedeli İslam’a ödetiyorsunuz demektir. Ve asıl, İslam
yapışacak sizin yakanıza… Mahşer ortamında…
Bu iş zor bayım.
Önce ahlâkını kuşanacaksın, sonra adım
atacaksın bu alana. Herkes yapıyor. Herkes hakaret ediyor. Herkes hak çiğniyor.
Hiç kimse sınır tanımıyor. Herkes yargısız infaz yapıyor. Güç başkalarındayken
biz de çok haksızlığa uğradık.
Bunların Mahşer ortamında savunma söylemi
olarak işe yarayacağını mı zannediyorsun? Git sana haksızlık yapanla hesaplaş,
ama sen haksızlık yapma. Sen haysiyet çiğneme. Sen yargısız infaza yönelme.
“Günahı ateşe dayanabileceğin kadar işle!”
denilmiştir. Medya alanı, hele şimdi sosyal medya alanı kolay günah işlenecek
alan gibi gözüküyor. Kimse de görmüyor değil mi?
Ama görülüyorsunuz. Bir gözetleyici koymuş
Yaratan her dilin, her kalemin, her kürsünün, her klavyenin yanına. Kişi
ateşini, cennetini cehennemini kendi götürürmüş ya ebediyyet alemine…
Bütün bunları kendime de söyledim. Dostça
söyledim. Yok etmek için değil, inşa – ihya etmek için söyledim. Yapıp ettiklerimize
daha yakından bakalım diye, birlikte götürdüklerimiz orada ne kadar işe yarar
diye bakalım diye söyledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.