Hâkimiyet milletinse, demokrasiden başka
yönetim tarzı düşünülemez.
Hâkimiyet milletin değilse kimindir?
Aramızda süpermen mi var? Bir prens falan mı tanıyorsunuz? Demokrasi
tramvayından indiğinizde bineceğiniz aracı lütfen açıklar mısınız?
Hâkimiyeti Tanrı birilerine mi vermişti?
Fransız ihtilali’nin 14. Lui’si öyle söylüyordu,
Bilge Kaan da. Bütün hanedanlar, yetkiyi Tanrı’dan aldığını söyler, belki de
inanırlardı. O zamanın insanları da inanırdı. Bizimkiler mavi gökte kut bulur,
Çinliler gökten yetki (manda) alırdı.
(Sizde de öyle mi oldu? Okulda Millî
Mücadele’de mandacıları anlatırlarken kimse bize bu kelimenin anlamını
öğretmedi. Benim ilk aklıma gelen sütünden kaymak yaptığımız halka boynuzlu
koca hayvandı. Onun İngiliz veya Amerika’da yetiştirilmişi!)
BİZDE ÇEZAROPAPİZM
Peki şimdi? Yetkisini Tanrı’dan aldığına
inandığınız biri var mı? Reformdan önce Papa, imparatora, krala taç giydirirdi.
Hükümdarı olan ülkelerde taç giydirme işinde hâlâ papazlar istihdam ediliyor.
Fakat artık ülkeyi taçlar yönetmiyor. Bugün hükümdarlar egemenliğin sembolü
gibi. Millî bayrağın işlevine yakın bir görevleri var.
Bizim mahallede hiç taç giydiren Papa veya
papaz olmadı. Şeyhülislama büyük hürmet gösterilir, fermanlar Bab-ı Meşihat’tan
geçerdi ama tıpkı günümüzdeki Merkez Bankası Başkanı’nı gibi laf dinlemezse
değiştirilirdi. Devlet din adamlarına hâkimdi. Buna siyaset biliminde
“Çesaropapizm” deniyor. Hakanın din teşkilatını da yönetmesi...
Altmışlarda, yetmişlerde arabaların
camlarına “Hâkimiyet Allah’ındır” yazarlardı. Erbakancıların sloganıydı.
Rahmetli Dündar Taşer ağabeyimizin buna cevabı vardı. Genel olarak
“teokrasi”ye, yani Tanrı idaresine: “Ben teokrasi taraftarıyım. Kim itiraz
edebilir ki Tanrı’nın idaresine? Ancak, vekil kabul etmiyorum. Bunlar
‘Hâkimiyet Allahındır’ dedikten sonra, ‘Biz de onun vekiliyiz, itaat edin bakalım!’
diyorlar.” Tıpkı kralların, hakanların iddiası gibi!
YAZILIM DEĞİŞTİ- DONANIM HEP
AYNIYDI
Fransız ihtilalinde ne oldu? Hâkimiyetin
ilahî hakları olduğunu iddia edenlerin bu iddiasına artık kimse inanmaz oldu.
Ne kralların, ne de kontların veya düklerin. Siyasette hâkimiyet asıl sahibine
teslim edildi: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir! (O kadar çabuk değil
tabi. Sırada Napolyon falan var… Diyelim ki bu teslim, tesellümün süreci
başladı.)
Millet ve milliyetçilik Fransız ihtilali
ile doğdu denir. Yanlış denir. Fransız milleti 13 Temmuz gece yarısına kadar
yoktu da 14 Temmuz 1789 Bastil Günü uyanıp, “Ha ben Fransız milletiymişim!” mi
dedi? Bu konuda doğru olan siyaset bilimci Azar Gat’ın tespitidir: Devlet varsa
millet de vardır. Gat bu hipotezini zaman ve mekân içinde, eski Mısır’dan milat
öncesi Çin’e kadar uzun bir dünya turuyla ispatlar. Bu turda Babür devletine,
Osmanlı’ya da uğrar ve bunların Türk egemenliğine dayanan imparatorluklar
olduğunu gösterir. Bizde egemenlik Hakan’la fiile geçer.
İşte Fransız ihtilalinin yaptığı, temsil
işini, prensten, kraldan, hakandan alıp doğrudan asıl sahibine, millete
vermekten ibaretti. Bunu yaptığınız anda da demokrasi, yani halk, yani millet
iradesi mecburi hâle gelir. Ama on, ama yirmi yıl sonra demokrasiye gidersiniz.
Osmanlı da Meşrutiyet’le oraya yönelmişti, İngiltere daha önce oraya varmıştı.
Millet donanım gibiydi. Ona hükmeden
“yazılım”, hükümdarlıktı. Fransız ihtilali ile donanım değişmedi. Yoktan da var
edilmedi. Sadece idare şekli, yani yazılım değişti.
BİRBİRİNİN YERİNE GEÇEBİLEN
VATANDAŞLAR
Millî hakimiyet, demokrasi, insanların
tebaa olmaktan çıkıp vatandaş olmalarıdır. Her birinin diğerine eşit olmasıdır.
Sosyolog Gellner bu hâli, “Biri diğerinin yerine geçebilen fertler” diye tarif
ediyor. İşte Fransız ihtilaline kadar mevcut olmayan şey buydu. Louis, Albert’e
eşit midir? Olur mu canım. Biri kral, öbürü esnaf. Peki George, John’a? Ne
münasebet, o kont öbürü adî vatandaş. Veya o papaz, öbürü serf.
Ve işin püf noktası: Eğer millet
vatandaşlardan ibaretse ve bu vatandaşların her biri yekdiğerine eşitse; biri
diğerinin yerine geçebiliyorsa… İktidar da öyle olmalı. Bir iktidar
vatandaşların çoğunluğunun desteğini kaybettiğinde, onun yerine bir başkası
geçebilmeli. Popper’in dediği gibi demokrasinin mihenk taşı seçimle gelmek
değil, seçimle gitmektir. Hâkimiyet milletinse, bunun başka yolu yok.
Hâkimiyetin milletten başka birinin olduğuna, gökyüzünün onu birilerine
verdiğine de bugün kimseyi inandıramazsınız.
O zaman tek çare var. Belli aralıklarla ve
eşit şartlarda yapılacak seçimlerle, o bir birine eşit ve biri diğerinin yerine
geçebilen vatandaşların, biri diğerinin yerine geçebilen iktidar taliplileri
arasında seçim yapması. Seçim demokrasinin gerek şartı ama yeter şartı değil.
İki seçim arasında iktidar ve muhalefetin hakları, hürriyetleri, basın ve
adalet gibi kurumların hürriyetleri ve daha bir dizi gereklilik var.
Yoksa dünyada ne seçimler gördük, aslında
yoktular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.