Ankara Barosu’nun, Diyanet İşleri Başkanı
ile ilgili daha çok İslamofobik bir zihniyetten beslenen açıklaması ve
sonrasında yaşanan tartışmaların kalitesi, Türkiye’nin fikri ve ilmi planda
nasıl bir fukaralık içinde olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymuş
bulunuyor.
“Peki neden böyleyiz, biz de meselelerimizi
gelişmiş dünyada olduğu gibi ilmi ve ahlaki kriterler çerçevesinde tartışamaz
mıyız?” diye hayıflanmanın bir anlamı yok. Çünkü bizim, yaşadığımız yüzyılın
değerleriyle bir ortaklığımız yok, biz şanlı tarihimizin hayalleriyle de,
ideolojik tabularımızla da, Ortodoks kutsallarımızla da mutlu olabiliyoruz...
Bu özellikler yüzündendir ki bizim bazı Kemalistlerimizin de, İslamcılarımızın
da, milliyetçi ve ulusalcılarımızın da kültürel kodlarında Ortodoks zihniyetin
izleri bulunmaktadır.
Bir zihin karışıklığına meydan vermemek
için Ortodoks kelimesiyle ilgili bir dipnot düşmekte yarar var. Bilindiği gibi
Ortodoksluk bir Hristiyanlık mezhebidir. Ortodoks inançları ve ibadetlerinde
kutsal kitaptan (özellikle Yuhanna İncili) sonra gelen en belirleyici kaynak
kilise babaları etrafında oluşan ve “en mysterion” yani “sır yoluyla”
nakledilen geleneklerdir. Bunlar temel olarak kilise babalarından gelen
rivayetler ve adetler olarak tanımlanabilirler.
Esasen ortodoksluk yunanca ortos “doğru
“dromos” yol” kelimelerinden türeyen bir deyimdir. Günümüzde belli dogmalara
inanan, yobaz ve şekilci özelliklere itibar edenler için kullanılmaktadır.
Açıkça ifade etmek gerekirse Müslüman
toplumlarda sivil düşünce geleneği zayıftır, kültürel hafızaları belli kutsalların
rabıta geleneğine göre işlemektedir. Bu yüzden de İslam ülkelerinin Ortodoks
dindarlarının da, Ortodoks laikçilerinin de demokrat olmaları pek mümkün
değildir.
Denebilir ki, “Ankara Barosu’nun
açıklamasının Ortodokslukla ne ilgisi var, onlar özgürlükleri savunuyorlar.”
Baro’nun özgürlükleri savunmasında hiçbir sakınca yok elbette. Ama Ankara
Barosu Diyanet İşleri Başkanı’nın hutbede okuduğu şu cümleden eğer ‘kan kokusu’
alırsa bu provokatif bir durumdur. “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor.
Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları
beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti.”
Biliyoruz ki İslam dahil bütün semavi
dinlerin bu konulardaki yaklaşımları aynıdır. Hatırlatmakta yarar var; son
yıllarda demokratik dünyada eşcinselliğe karşı sert eleştiriler yapılıyor ve bu
konuda ciddi tartışmalar yaşanıyor. Bizde de benzer tartışmalar yapılıyor,
dolayısıyla baro da bu tür tartışmaları yapabilir, hatta Diyanet İşleri
Başkanı’nı daha dikkatli ve nezih bir dil kullanması konusunda eleştirebilir
de...
Ama baro sadece eleştirmiyor, aynı zamanda
Ortodoksluk yapıyor. Ankara Barosu adına metni kaleme alan kişi diyor ki:
“Şaşkınlığımız; sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın, bir devlet kurumunun
başında oturup söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşa ederek halkı kin
ve düşmanlığa tahrik etmesindeki kan kokan cüreti sebebiyledir.”
Her ne kadar Ankara Barosu “çağlar
ötesinden gelen” ifadesiyle İslam’ı kastetmedikleri şeklinde açıklama yapmış
olsa da, maalesef müminleri rencide eden bu tür yaklaşımlar İslamofobik bir
temelden beslenmektedir, bu yüzden de özgürlükçü anlayışla bağdaştırmak mümkün
değildir.
Eğer komplo teorilerine inanan birisi
olsaydım, Diyanet İşleri Başkanı ile Ankara Barosu’nun bu konuda ortak
çalıştıklarını bile iddia edebilirdim. Ama böyle bir şey yok tabii ki...
Baro’nun bu densiz açıklaması olmasaydı
Diyanet İşleri Başkanı’nın adaletsizliklerin, hukuksuzlukların, yolsuzlukların,
adam kayırmacılığın Kur’an’da açıkça yasaklandığını hutbelerden neden yüksek
sesle anlatmadığını soracaktık.
Bazı vakıflarda ve dini kurumlarda yaşanan
sapkınlıklar ve ahlaki çürüme konusunda neden sessiz kaldığını soracaktık.
Diyanet İşlerinin, dirilişin müjdecisi
olan bu ayda İslam’ın evrensel mesajını anlatmak yerine, polemik konularına
ağırlık vermesinin ilahi mesajın tebliğine zarar verdiğini söyleyecektik.
Ama baronun Ortodoks yobazlığı yüzünden
bunların hiçbirini söyleyemedik.
Bu son olayda da gördük ki, aslında
Ortodoks yobazlığın sağı-solu yok. Bir tarafta baro müminleri rencide edici bir
dil kullanmayı ‘çağdaşlık’ zannederken, diğer tarafta baroya tepki vermek adına
doğru yoldan sapanları “yok edelim”, “kovalım”,
“Bizi kızdırmayın, biz çoğunluğuz kafanızın üzerinde boza pişiririz”
gibi yüce yaratana bile kafa tutan kaba yobazlık örnekleri sergileniyor.
Talihsizlik o ki Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın, bütün hayatımızı kuşatan bir rahmet olan dini belli ritüellere
ve sembollere indirgeyerek ilahi mesajı günümüz insanına sadece “görsel
dindarlık” olarak tarif eder hale gelmesidir. Oysa bugün Diyanet’ten beklenen,
Kur’an’ın mesajıyla hayatımızı buluşturmasıdır, polemikler üreterek zihinleri
karıştırmak değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.