İktidarın her yaptığında keramet aramak o
kadar zor bir iştir ki, adı sanı belli olan evrensel kavramları bile ters yüz
edip yeni anlamlar üretmek zorunda kalırsınız.
Şimdilerde özellikle iktidara
iliştirilmiş olarak konumlanan medya organlarında iktidarın demokrasi
rotasından sapmasını izah etmek için yapılan yorumlara bakınca, ne kadar
zahmetli bir görev üstlendiklerini görmek mümkün. Haklarını teslim etmek lazım,
gerçekten zor bir görev ifa ediyorlar.
Bu anlayışa göre, AK Parti
“muhafazakar-demokrat” olarak çıktığı yolculuğu yerli ve milli duruşla
pekiştirmiş...
Evet AK Parti yola çıkarken demokrat bir
çizgideydi, hukukun üstünlüğünü, liyakati esas almıştı, nepotizme karşıydı,
demokratik kriterleri gerçekleştirmeyi hedeflemişti. 2011’e kadar bunların
önemli bir bölümünü de hayata geçirdi.
Ancak şimdi başka bir iklimde seyrediyor
ve kendi gerçekleştirdiği demokratik reformları teker teker yok ediyor.
Normal insani değerlerin penceresinden
bakan bir yazar, AK Parti’deki bu rota değişiminin demokratik değil, otoriter
bir istikamette olduğunu görür ve doğal olarak bu demokratik sapmayı tespit
eder.
Ama ne yazık ki bu ülkede işler öyle
olmuyor, eğer iktidara endeksli bir medyada yer alıyorsanız demokrasinin
evrensel değerlerini bile “Yerli-milli” kriterlere göre tanımlayabilmek için
sayısız cehalet örneği sergilemek zorunda kalabilirsiniz.
Öyle ki belli bir süre sonra, sadece
iktidarın demokrasi rotasından sapmasının “milli değerler” açısından bir fazilet
olduğunu anlatmak da yeterli olmaz, iktidara yönelik eleştirilerin “yerli ve
milli” olmadığını ve aynı zamanda zararlı olduğunu da savunmak zorunda
kalırsınız.
Mesela yeni kurulan DEVA ve Gelecek
Partisi’nin iktidar eleştirisinde kullandıkları “liyakat sorunu, adaletin
olmayışı, yolsuzluk, yoksulluk, uluslararası itibar kaybı ve korku siyaseti”
gibi kavramları itibarsızlaştırmak için “CHP de aynı şeyleri söylüyor” benzeri
bir absürtlüğün cazibesine kapılabilirsiniz.
Ve ne yazık ki bu tür embeddet gazeteciler
için demokratik değerler üzerinden iktidar eleştirisi yapmak artık bir kabahat
olarak görülmektedir.
İktidarın hatalarını bile savunmak zorunda
kalan kalemlerin trajik halini anlayabilmek için, galiba ‘demokratik değerler’
meselesini daha somut olarak ifade etmek gerekiyor. Herkesin de bildiği gibi
hukuk, adalet, liyakat, şeffaflık gibi kavramlar evrenseldir ve kimsenin
tekelinde değildir. Dolayısıyla CHP de, DEVA Partisi de, Gelecek Partisi de,
Saadet Partisi de, İyi Parti de, HDP de bu değerleri savunabilir ve iktidarın
bu konulardaki zaaflarını eleştirebilir.
Dolayısıyla bütün siyasi partiler evrensel
değerleri, kavramları kullanmak için kimseden izin almak zorunda olmadıkları
gibi, demokratik değerleri savundukları için vatan haini filan da olmazlar...
Öyle anlaşılıyor ki iktidar yandaşı
kalemler, özellikle yeni partilerin Türkiye’nin içinde bulunduğu
hukuksuzlukları, yaşanan derin ekonomik krizi, liyakatsizlikleri, özgürlükler
üzerindeki baskıları eleştirmelerinden hiç mutlu değiller.
Farz edelim ki iktidara yakın kalemler
haklı, yeni kurulan partiler dahil bütün muhalefet partileri iktidarın
icraatlarını görmezden geliyor.
Acaba öyle mi?
İsterseniz tek tek bakalım; mesela hukukun
üstünlüğüne riayet ediliyor mu? Yalan yok edilmiyor... Memlekette ifade
özgürlüğü sorunu yok mu, gazeteciler düşüncelerinden dolayı cezaevinde mi? Evet
cezaevinde...
Muhalefet illet-zillet, terörist, bölücü
diye itibarsızlaştırılıyor mu? Evet itibarsızlaştırılıyor. Yeni siyasi
partileri baskı altına alıp önlerini kesmek için demokratik kuralları,
teamülleri hiçe sayarak aklı ve mantığı zorlayan hazırlıklar yapılıyor mu? Evet
yapılıyor.
Yolsuzluk ve hukuksuzlukları tartışmanın
bile ihanet sayıldığı bir siyasal atmosfer oluşturuldu mu? Hem de en acımasız
bir şekilde...
Listeyi daha da uzatmak mümkün elbette.
Ama inanıyorum ki birazcık olsun hakkaniyetle bakan herkesin, normal demokratik
bir toplumda işlerin böyle yürümesinin mümkün olmadığını görebilecek bir
basirete sahip olması gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.