Partimiz hukuku, korkutmanın ve
cezalandırmanın değil, adaleti sağlamanın aracı olarak görmektedir.
Mevzuatımızdaki yasakçı hükümler
nedeniyle, ülkemiz hukuk devletinden çok kanun devleti görüntüsü vermektedir.
Türkiye, kanunlarını hukuka, hukukunu evrensel adalet ve insan hakları
esaslarına dayandırarak ve temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sınırlayan
yasakçı hukuk sistemini değiştirerek gerçek anlamda hukuk devleti olacak ve
uluslararası camiada saygın bir yer kazanacaktır.” (AK Parti- 2002
seçim beyannamesi)
Manifesto niteliğindeki bu
ifadeler, daha doğrusu taahhütler, bugün AK Parti için ne anlam ifade ediyor
doğrusu çok merak ediyorum.
Zira şu anda ortaya çıkan tablo hukukun
değil, korkunun hakim olduğu bir atmosfere işaret etmektedir. Çünkü kimse
adaletin terazinin doğru işlediğinden emin değil.
İktidarın her yaptığında keramet
arayanlar için bu cümle bir haksızlık olarak görülecek ve denecektir ki, “Yargı
bağımsızdır, yasalar ne diyorsa onu yapacaktır, eğer birileri suç işlemişse ve
teröre bulaşmışsa doğal olarak karşılığını bulacaktır.” Evet olması gereken
budur ve kimsenin de buna bir itirazı elbette olamaz.
Acaba yargı gerçekten “hukuk
devleti” zemininde mi işliyor? Eğer yargı bağımsız ve tarafsız bir anlayışla
kararlar veriyorsa, o zaman neden insanlar bundan emin değiller ve de
kendilerini güvende hissedemiyorlar?
Yargının bağımsızlığı konusundaki tartışmaların
her geçen gün daha da şiddetlenerek toplumda yaygınlık kazanması, adaletin
dağıtımında ciddi sorunların olduğunun en önemli göstergesidir.
Diyelim ki adaletin terazisinin doğru
tartmadığı ve siyasal iktidarın yargı üzerinde yönlendirici etkisi olduğu
konusundaki eleştiriler, yargıya da, iktidara da haksızlıktır. Eğer hukuk
devletinin kuralları işliyor, yargı gerçekten bağımsız ve tarafsız kararlar
veriyorsa elbette buna hiçbir itirazımız olamaz., sadece alkışlarız. Bu durumda
son dönemdeki bazı uygulamalara bakmak sanırım hepimiz için aydınlatıcı
olacaktır.
Mesela en yeni örnek; Canan
Kaftancıoğlu’nun 6-7 yıl önce attığı tweet yüzünden 9 yıl, 8 ay ceza alması...
Diyelim ki o tweetlerde suç unsuru var. Peki sormak gerekmez mi, yargı bu suçu
7 yıl sonra mı keşfetti?
Eğer Kaftancıoğlu’na verilen ceza tam da
23 Haziran’ın yıldönümünde onanıyorsa, insanlar doğal olarak hukukun işleyişi
konusunda endişeye kapılırlar.
Eğer Osman Kavala ve Ahmet Altan beraat
ettikleri halde yeni bir suç icat edilerek cezaevinde tutulmaya devam
ediliyorlarsa, insanların hukuka olan güvenlerini tamir etmek ne yazık ki
mümkün değildir.
Eğer şehit cenazesinde Kemal
Kılıçdaroğlu’na saldıran inek çobanı bırakın yargı önüne çıkarılmayı, eli
öpülerek kahraman gibi karşılanıyorsa o ülkede adaletle ilgili ciddi sıkıntılar
var demektir.
Eğer “FETÖ ve PKK adına suç işlediği ve
casusluk yaptığı” iddiasıyla tutuklanan ve “bu fakir bu görevde olduğu müddetçe
o teröristi alamazsın” denilen rahip Brunson, sonunda serbest bırakılarak
ülkesine gönderiliyorsa, o ülkede adaletin terazisinde “güç” izleri var
demektir.
Eğer PKK ve FETÖ terör örgütleri adına
çalıştığı ve onlara yardım etti iddiasıyla tutuklanan Alman gazeteci Deniz
Yücel aynı şekilde serbest bırakılırken, Türkiye’de görüşlerini açıklayan ve
eleştiri haklarını kullanan gazeteciler cezaevine gönderiliyorsa, o ülkede
hukuk devleti anlayışının sorgulanması kaçınılmazdır.
Buna benzer evrensel hukuk normlarını
ihlal eden pek çok örneği sıralamak mümkün. Önemli olan, yargılanan insanların
solcu mu, liberal mi, muhafazakar mı olduklarına bakılmadan bağımsız ve
tarafsız bir yargılamaya tabi tutulmalarıdır.
Unutmayalım ki Kur’an’ın kurucu temel
ilkelerinden birisi de adalettir. Adaletin olmadığı yerde demokrasiden de,
barıştan da söz etmek mümkün değildir.
Bugünlerde “Ömer arayışında” olan siyasal
iktidara katkı olması açısından bir örneğin altını çizmekte yarar var.
Bilindiği gibi adaletiyle meşhur olan halife halife Hz. Ömer, şeffaf bir
yönetim anlayışı benimsemiş ve insanların konumları ne olursa olsun herkese
eşit mesafede durmaya özen göstermiştir. Daha da önemlisi aynı anlayışı
idarecilerinden de beklemiş ve insanlar arasında ayrım yapmamaları konusunda
uyarılarda bulunmuştur. Halifeliği döneminde Basra valisi Ebu Musa el-Eş’ari’ye
gönderdiği uzunca mektubun bir bölümünde aynen şu uyarıyı yapmıştır:
“Toplantılarda veya işi için huzuruna gelen insanlara eşit muamelede bulun.
Böylece zayıflar adaletinden ümit kesmesinler. Güçlüler ise kendi çıkarları
için başkalarına zulmedebileceğin hissine kapılmasınlar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.