Geçenlerde bir arkadaş soruyordu, “Yediden
yetmişe herkesin çay tükettiği bir ülkede Çaykur nasıl zarar eder?” diye...
Bana da ilginç geldi, Google’a başvurdum:
muhtelif yayın organlarında çıkan haberlere göre Çaykur, 2014’ten 2017’ye kadar
116 milyon lira kâr etmiş. 2017’de Varlık Fonu’na devredildikten sonra sürekli
zarar etmeye başlayan Çaykur’un üç yılık toplam kaybı 1 milyar 559 milyon lira
olmuş. (2018 yılına ait denetim
raporlarına göre, banka borcu ise 1,4 milyar TL’den 3,4 milyar TL’ye çıkmış.) Kurum
bu sürede 36 milyon 367 bin TL’lik reklam yapmış. Fuar, festival gibi
etkinliklere harcanan tutar ise 896 milyon TL olmuş.
Ancak problem sadece Çaykur’un
zararlarından ibaret görünmüyor. Varlık Fonu’na devredilen THY, TCDD, TPAO,
PTT, Borsa İstanbul, BOTAŞ, TÜRKSAT, Eti Maden ve Kayseri Şeker’in de
aralarında bulunduğu devlete ait şirketlerin çoğu için de fon yönetimine
geçtikten sonra zarar etmeye başladıkları veya zararlarının arttığı
söyleniyor.
Ziraat Bankası ile Halkbank için de aynı
tespit yapılıyor. Bu arada üçüncü kamu bankasının da Fon’a devri söz konusu
bugünlerde: Geçen hafta yönetim kuruluna milli güreşçimizin atandığı Vakıfbank.
***
Kamuya ait dev işletmelerin Varlık Fonu
yönetimine geçtikten sonra zarar etmeye başlamaları tesadüfle açıklanamaz
herhalde. Bu tablonun birtakım siyasi komplo teorileriyle veya tek başına
yolsuzluk suçlamalarıyla izahı da yetersiz kalacaktır. Görünen gerçek şu ki
kamuya ait -yani siyasetçilerin kullanmayı sevdiği tabirle tüyü bitmemiş
yetimlerin de hakkının bulunduğu- işletmeler “kötü yönetim”in kurbanı olmuş
durumdalar. Kötü yönetim sözünü isterseniz “yanlış yönetim” diye de tasrih
edebiliriz.
Her biri farklı sektörlerde faaliyet
gösteren devasa boyuttaki bu şirketlerin hepsinin birden aynı yerden yönetilmesinin
düşünülmesi yanlış olan belki de. Daha doğrusu, yalnızca şirketlerin
varlıklarını yönetmesi beklenen Fon’un -ister istemez- şirketlerin
yönetimlerine de müdahil hale gelmiş görünmesi.
Ne var ki Varlık Fonu üzerinde TBMM’nin ve
Sayıştay’ın denetleme yetkisi olmadığı için elimizde fazlaca somut veri yok.
(Sayıştay Fon’a bağlı şirketleri denetleyebiliyor.) Sözkonusu şirketlerin
durumundan daha önemlisi ise, bir bütün olarak bu varlıkların nasıl
yönetildiğine ilişkin hiçbir bilgimizin olmaması. Yani şirketlerin yıl sonu
zararlarından -hiç değilse bilançolarının şimdilik Sayıştay denetimine açık
olması sayesinde- iyi kötü haberdar olabiliyoruz. Ama bu şirketlerin varlıkları
üzerinden gerçekleştirilen dev boyutlu finansal işlemlerin mahiyetini bilmiyoruz.
Biz de bilmiyoruz, devleti yönetsinler diye seçip Ankara’ya gönderdiğimiz
vekillerimiz de bilmiyor. Fon’daki birkaç çalışan biliyor. Böyle bir tablo en
başta devlet kavramına yabancı bir tutumun ifadesi.
***
Aslında Varlık Fonu ilk kurulduğu sırada da
böyle bir yapının Türk ekonomisine faydasının dokunmayacağı söyleniyordu.
Varlık fonları -Suudi Arabistan, Norveç gibi- bütçesi fazla veren ülkelerde bu
fazla parayı değerlendirmek için işleyen kuruluşlar. Türkiye’de ise böyle bir
durum olmadığı için devletin iştirakinin olduğu şirketlerin varlıklarını
yönetecekti bu fon. Bu varlıkları güvence olarak gösterip dış kredi toplamaktı
açıklanan amaç. Türkiye’nin dışarıdan sıcak para akışına bağımlı bir ekonomik
yapısı var çünkü. Bu akışın kesilmemesi gerekiyor. (Oysa adı geçen kamu
işletmelerinin tamamı Türkiye’nin kendi kaynaklarını kullanarak “üretim”
yapması fikrine dayalı bir ekonomi siyasetinin ürünleriydi. Bu da ayrı bir
tuhaflık.)
Ülkeye sıcak para girişine Varlık Fonu’nun
bir katkısı olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak bu fonun da içinde yer aldığı
“sorunları çözme ve ülkeyi uçurma” paketinin maalesef yaralarımıza merhem
olamadığı ortada… Bırakın çözülmesini, son iki üç yıldır giderek ağırlaşıyor
problemler… İşsizliğin alıp başını gittiğini, üretimin durduğunu, dış
borçlarımızı ödemek için ihtiyaç duyduğumuz yeni kredileri alamadığımızı, döviz
rezervlerini tükettiğimizi, finansal yapımızdaki bu sıkıntılar yüzünden son
süreçte swap anlaşmaları da yapamadığımızı vs. söylemeye gerek yok… Demek ki ne
Varlık Fonu istenen amaca hizmet edebiliyor ne de işleri hızlandıracağı ve
ülkeyi uçuracağı vaat edilen Başkanlık rejimi.
Varlık Fonu’nun önemi Türkiye’nin son
dönemde etkisine girdiği “merkeziyetçi siyaset” anlayışının sembol yapılarından
biri olması… Kurumsal geleneklere, tecrübeye, istişareye, liyakate vs. değil,
kişiye bağlı yönetim anlayışının örneği… “Her kurumun merkezdeki dar bir
çevrenin kontrolüne alınarak işlevsizleştirilmesi”nin çarpıcı örneği… Devletin
nasıl yönetilmemesi gerektiğinin elle tutulur bir örneği olması
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.