Ekmel-i mahlukat, Eşref-i mahlukat olma
kapasitesine sahip bir “hayevan-ı natıka / düşünme ve konuşma kabiliyetine
sahip canlı” olarak yaratılan insan, yine nefsi olarak kan dökücü, muhteris,
cimri, cahil, cimri bir mahluk olarak “belhum adal / hayvandan daha tehlikeli
ve daha aşağı-aşağılık bir mahluk”a da dönüşebilir. İşte tam da bu dibe
vurduğunda İlahlık ve Rablik taslamaya başlar. Alçaldıkça yükseldiğini
zanneder. Bu beladan kişi ancak okuyarak, düşünerek, nefs muhabesi, nefs
terbiyesi ve nasihatla kurtulabilir. Mü’minler akıllarını kiraya vermeyecekler
ve birilerini İlah ve Rab edinmeyecek, birbirlerini görüp gözeterek,
birbirlerinin velisi olarak, öğüt vererek ve öğüt alarak bu beladan
kurtulabilirler.
Kişi hem kendi kendine nefs terbiyesi
yapacak, hem öğüt verip öğüt alacak, hem de iki günü birbirine eş olmayacak.
Yani dünde kalan şeylerle övünmeyecek. Dün dünde kalmıştır. O bizim için bir
ibret dersi ve tecrübeler birikimi olarak kalacaktır.
Kişi doğduğu anne-babanın olduğu kadar
toplumun, toprağın ve zamanın çocuğudur. Genetik risk ve avantajları vardır.
Varlığını sadece Allah’a borçludur. Sebebler de Allah’ın takdiridir. Bu anlamda
nefsini bilip, kendini yaratan Rabbinin iradesi içinde rızasını arayacaktır.
Yaşadığı zamana ve mekana şahidlik edecektir. İmtihan dediğimiz de zaten budur:
Şahidlik etmek ve sorumluluk üstlenmek.
Başarı her şey demek değil. Bu iş zaman
içinde dünya mal ve makamına tamah edenler için
“gayeye giden her yol meşrudur” anlayışına götürüyor insanı. Bu Şeytanın
bir yalanından başka bir şey değildir. Zaman içinde bu anlayış, “Tanrıyı
kıyamete zorlamak” isteyenlerin mantığını tersten kopyalamaya dönüşerek
“Tanrıyı iktidara, güce, servete zorlama”ya dönüşebilir. Yeni nesiller hemen
hemen tamamen başarıya şartlandırılmış durumda. Aman dikkat edelim, dünya ile
ilgili olarak ihtirasla istediğiniz her ne ise, o sizin imtihanınız olur.
İstişare ve şûra ile emrolunduk. Bu da
hepimizin nakıs olduğunu gösterir. Bir insan her şeyi bilemez. Aklın, bilginin
ve tecrübenin kibri tehlikelidir. Kitap,
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” der. Bir o bilgi hangi bilgi, iki: Ebu
Cehil denen kişi zamanının en tanınmış, en bilgili kişilerinden biri idi.
“Belam” denen de rivayet edilir ki, Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı en
iyi bilen kişi idi. Bu anlamda din ve dünya hakkında birçok şeyi bilseniz bile
ne yazar, eğer onu yaşamıyorsanız.
Madem “iki günü birbirine eş olan
aldanmıştır”. Bir: geçmişle övünemezsiniz, iki mevcutla yetinemezsiniz. Bunun
anlamı şu övünmekle vakit kaybedemezsiniz.
Sakın “Şöyle olmasaydı böyle olmazdı” ya
da “şöyle olduğu için böyle olmadı” demeyin. Batılıların “Determinizm” dediği
sebeb - sonuç ilişkisi” bizim Kelami düşüncemizde mutlak bir değer değildir..
Allah bir şey murat ettiği zaman “ol” der ve o şey olur. Allah bir şeyi murat
ettiğinde esbabını da birlikte halk eder. İnsan aklı o şeyin esbabını oluştan
sonra idrak eder ve o şekilde açıklar.
“Övünmek ve övülmek” bizim geleneğimizde
hoş karşılanmaz. Övülmek ancak Allah’a hastır. Biz o kadar çok övünüyor ve bizden
olanları o kadar çok övüyoruz ki! Övülen kişi bizim geleneğimizde
“Estağfurullah” der. Peygamberimizin yanında bir kişiyi övmüşler, o da “o kişi
benim işte” der gibi başını yukarıya kaldırınca Peygamberimiz önünden aldığı
bir avuç toprağı onun önüne atarak, “unutma ki, topraktan geldin ve toprağa
döndürüleceksin” diye buyurmuştur. Peki o meddahlar ne yapıyorlar. Ve onların
övgüleri karşısında nasıl davranıyoruz.
Sahi kitabın o “Mütrefin” ve “Müstekbir”
dedikleri kimlerdi. Dün soyu-sopu ile övünenler, gün gelip mezardaki ölüleri de
saymaya başlamışlardı. Geçmişten gelen soylulukla gelecek için hak iddia
ediyorlardı. Aidiyetleri üzerinden hak sahibi oluyorlardı. Bu aidiyet, din,
mezhep, ırk, soy, sop, hemşehrilik de olabilir. Bunlar hak ve imtiyaz sebebi
olamaz. Üstünlük; soy, sop, güç, çoğunluk ve servette değil Hak’tadır.
Ne kadar kibirliyiz. Sanki küçük dağları
biz yarattık. Biz olmasaydık, ya da birileri olmasaydı bazı şeyler olmazdı mı!?
Allah’ın gücü yetmezdi değil mi!? Bizim aklımız kuyudaki Yusuf’un Mısır’a
sultan olmasını anlayamaz. Ya Davud’un sapan taşı ile Calud’u nasıl yendiğini
de anlayamaz.. Başarının şartları bellidir. Deniz yarılmaz. Kuşlar fil
ordularını yenemez.
Eğer başkaları üzerine keyfi olarak,
onların kimlik ve kişiliklerini, inanç ve fikirlerini hiçe sayarak hüküm
koyuyorsanız ve onları kendi çıkar ve planlarınıza göre terbiye ediyorsanız, bu
başkaları üzerinde İlahlık ve Rablik taslamak demektir.
Bakın haksız kazanılan servet, makam ve
itibar insanlara iki cihanda da saadet sağlamaz. Bunlar insanın sırtında manevi
bir yüktür. Eğer bu yükün artık farkında değilseniz ve ondan kurtulmak da
istemiyorsanız işiniz zor. Kalbiniz mühürlenmişse eğer artık gözleriniz görmez,
kulaklarınız duymaz ve kalpleriniz hissetmez, laf dinlemez ve eleştirilere
tahammül edemez, bulunduğunuz yerden geri dönemezsiniz. Vay o zaman size.. Selâm ve dua ile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.