İster takdir, ister eleştiri içerikli
olsun, nezaket çerçevesinde yapılan her yorum saygıdeğerdir.
Elbette okuyucuyla tartışmaya girilmez,
zaten başa da çıkılmaz. Ancak bazı yorumlar bir konunun biraz daha
aydınlatılmasına vesile olabilmektedir. “Zalim Unutturmuyor” başlıklı 10
Haziran 2020’deki yazımla ilgili bir yorumun bu açıdan önemli olduğunu
düşünüyorum. Yorum aynen şöyle:
“Batı’da son üç dört asır boyunca insanın
değeri ve hakları konusunda çok değerli çalışmalar yapıldı” cümlenin(z) beni
dehşete düşürdü. Biraz batılı ülkelerin sömürü ve zulüm yakın tarihini okuyun
lütfen Sayın Hocam. Bu nasıl bir ezikliktir ya Rabbim?”
Hikâye malum: Bektâşî, namaz kılmadığı
için kendisini eleştiren hocaya, ilgili ayetin “namaza yaklaşmayın” kısmını
göstermiş; fakat “sarhoşken” kısmını kapatarak... Değerli yorumcunun yaptığı
buna benziyor. Alıntıladığı cümlenin devamındaki ifadem şöyleydi: “Buna rağmen
Batı toplumları ve siyaset aktörleri eski etnik, kültürel, dinî ayırımcılık ve
dışlayıcılıktan bu çağda bile sıyrılamıyorlar. Asıl sorun burada...
Anlayacağınız şimdiki ırkçı ve her türlü ayrıştırıcı yükselişlerin arkasında,
zihinleri esir almış koskoca bir tarih var.” Devamındaki paragrafım şöyle
başlıyor: “Böylece, bugün ABD’de ve Avrupa’da görülen ve gittikçe azgınlaşan
ırkçılık, tahammülsüzlük, yabancı düşmanlığı… Batılılar için bir medeniyet
sorunudur.” Yazının başlığı dâhil tamamı bu içerikte.
Peki, sevmediğimiz bir dünya hakkındaki
bir tek olumlu cümle bile birçoğumuzu neden böylesine rahatsız etmektedir?
Çünkü bizdeki milliyetçi, İslamcı, cemaatçi, laikçi-Kemalist, sosyalist
kesimlerin bazıları için genellikle övgüde ve yergide tek renk vardır: Ya beyaz
ya siyah.
Onun için birçoğumuz, zihnimizde siyah
tarafa koyduklarımızda bazı iyi özelliklerin de bulunabileceğini söyleyen
birini, düşman karşısında –yorumlardaki kelimelerle- “eğilme, ürkeklik” ve
“eziklik”le itham etmekten başlarız; adam doğru bildiklerini söylemeye devam
ederse suçlamayı din, millet, tarih, ecdat, Cumhuriyet yahut falan grup, sınıf
düşmanlığına kadar götürürüz.
Yazının sadece bir cümlesinde Batı’da son
üç dört asır boyunca insanın değeri ve hakları konusunda önemli çalışmalar
yapıldığını söylemişim. Bu konuda oluşmuş binlerce ciltlik literatür bir yana,
bu sözüm doğu değilse neden bizim dünyada haksızlığa uğrayanlar Batı’daki yargı
kurumlarında hak arıyorlar? Kendi dünyamızda arasak ya! Neden dindar veya
İslamcı çevreler başları sıkıştığı zaman Batı’ya sığınıyorlar? Neden en temel
insan haklarından olan öğrenim haklarını kendi ülkelerinde kullanamıyorlar diye
çocuklarını Batı okullarında okutuyorlar? Neden bizim dünyamızdan milyonlarca
insan bir Batı ülkesine sığınıp nefes almak için onca tehlikeleri, acıları göze
alıyorlar? Müslüman dünya kendi insanına tozpembe bir ülke hazırladı da bu
milyonlar nankörlük mü ediyor?
Neymiş efendim, Batılılar güç ve teknoloji
üstünlüklerini kullanarak kan döküyorlarmış, sömürü yapıyorlarmış. Doğru… Ama
şu da gerçek değil mi? Bizler de din-iman, vatan-millet hamasetiyle avutulup
yüzyıllarımızı boşa harcayacağımıza, böylece aslında dinimize de vatanımıza da
kötülük edeceğimize, bilim ve teknoloji üreterek, kazandığımız gücü ülkelerimizde
ve dünyada adalet, refah, hak hukuk için kullansaydık ya! Elâlemin öğretim
kurumları bilim üretirken, böylece –Kur’an’ın ifadesiyle- “güç biriktirirken”
bizim –şimdilerde yine “badem gözlü” olan medreselerimiz, mekteplerimiz, “kuru
kavil geveleyerek” toplumlarımızı uyutmanın ötesinde ne yaptı?
Ara sıra ben de yazıyorum: “İslam’da insan
haklarına şöyle önem verilmiş, böyle önem verilmiş” diye… Tabii ki doğru… Ama
oradaki ilkelerden çağdaş bir insan hakları konsepti, felsefesi ve pratiği
üretemediğimiz de doğru. Nitekim –bırakalım kitleleri- hâlâ Müslüman
okumuşların büyük çoğunluğu bile “insan hakları” kavramının çağımızdaki
anlamını ve içeriğini dahi bilmez.
Sahi, şu George Floyd cinayeti üzerine
güçlü entelektüel eleştiriler ve hele kitlesel protestolar hangi toplumlarda
yapılıyor ve neden?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.