11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
Taha Akyol’un sorularını cevapladı.
Bir iktisatçı olarak mevcut
ekonomik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evvela, sürdürülebilir bir kalkınmayla
müreffeh bir toplum haline gelmenin uzun vadeli stratejiler ve sağlam,
disiplinli iktisadi politikalarla gerçekleşebileceği gerçeği akıldan
çıkarılmamalıdır. Sadece kısa vadede konjonktürel gelişme ve dalgalanmalara birbirinden
bağımsız politikalarla cevap vererek veya karşı koyarak başarılı olmuş bir tek
gelişmiş ekonomi örneği yoktur. Genel bir istikametten ve belirgin bir
karakterden yoksun bu tür politikalar sadece bugünün sorunlarının gelecekte
daha da büyük ve girift hale gelmesine ve toplumun ödeyeceği faturanın daha
büyük olmasına neden olur. Cumhuriyet dönemi iktisat tarihine baktığımızda,
ülkemizin ekonomik olarak en sağlıklı büyüdüğü, büyümenin getirdiği refahın
topluma en fazla ve nispeten dengeli yayıldığı dönemlerin beş senelik, önceden
duyurulmuş ve herkesçe bilinen, ayrıca tutarlılık arz edip, kararlı bir şekilde
uygulanan programlarla gerçekleştiği görülecektir. Maalesef Türkiye bir süredir
uzun vadeli iyi düşünülmüş veriye, analize ve uzmanlığa dayalı bir stratejinin
noksanlığını hissetmektedir. Bugün gelinen noktada finansal ve ekonomik
göstergelerdeki ciddi bozulmalar bir geriye gidişe işaret etmektedir. Yılların tasarrufu ile biriktirilen varlıklar
ciddi miktarda değer kaybetmektedir. Bu durum kaygı vericidir.
AB SÜRECİNDE EKONOMİ
Türkiye ciddi miktarda yabancı
sermaye çeken bir ülkeydi. O başarı nasıl sağlanmıştı?
İlk AK Parti Hükümetlerini kurduğumuzda
hazırlıklıydık. Öncelikle demokratik, hukuki ve ekonomik reformlar içeren bir
yapısal dönüşümü başlattık. Devletin ekonomik birimlerinin başına çoğu DPT
kökenli uzmanlar getirerek, daha önce onlarla beraber hazırladığımız beş yıllık
Acil Eylem Planı’nı kararlı bir şekilde uygulamaya koyduk ve bu planı hükümet
olarak sonuna kadar sahiplendik. Bu plan özü itibarıyla aynı zamanda AB
Kopenhag ve Maastricht Kriterleri’ni Türkiye’de geçerli hale getirmeyi
beraberinde getirecekti. Yapısal dönüşüm sayesinde hem yerli hem yabancı
yatırımcılar indinde Türkiye’nin öngörülebilirliğini ve şeffaflığını sağlamış
olduk. Uluslararası kredilendirme kuruluşları nihayet Türkiye’yi yatırım
yapılabilir ülkeler kategorisine koydular. Kronik sermaye yoksunluğu çeken
Türkiye’nin özellikle yabancı yatırımcılar açısından güvenilir bir ülke olması
önemliydi. Bunun neticesinde yılda 1 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım
çekemeyen ülkemiz yıllık 30 milyar dolardan fazla doğrudan yatırım almaya
başladı. Bir başka ifade ile özetlersek Türk toplumunun tasarruf oranının düşük
olması nedeniyle arzu edilen hızlı ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilmek için
kaynak ihtiyacımızı ya borçlanarak ya da başkalarının tasarruflarını ülkemize
yatırım olarak çekerek karşılamamız gerekmektedir. Biz AK Parti hükümeti olarak
ikincisini sağlamada başarılı olmuştuk.
VİZYON KAYBOLDU
Ekonomi politikasındaki hangi temel
hatalar krize yol açtı?
Son beş yılda Türkiye içeride bir sürü
talihsiz gelişme yaşadı. Üst üste seçimler, komplolar, hain bir darbe teşebbüsü
ve anayasa değişikliği ile Türkiye’nin yönetim şekli radikal bir şekilde
referandumla değişti. Tüm bunlar Türkiye’yi çok sarstı, siyasi ve ekonomik
istikrarı bozdu. Bugün hala ayakta durabiliyorsak bu ilk beş senemizde Türk
ekonomisinde gerçekleşen yapısal dönüşüm sayesindedir. Biz, o dönem
gerçekleştirdiğimiz reformlar sayesinde ülkemizin iç ve dış şoklara karşı
dayanıklı sağlam bir ekonomiye sahip olmasını sağladık. Bu her yerde
övündüğümüz bir husustu. Ancak, 2002’de siyasetin gösterdiği irade ileriki
yıllarda bozulmaya başladı. İlk baştaki vizyon zamanla gitti; akabinde hukuki
teminatlar, şahsi mülkiyet ile insan haklarını koruyan güvenceler azaldı. Bugün
maalesef kamu harcamaları şeffaf değil. Ekonomik göstergelerin güvenilirliği
sorgulanır hale gelmiş. Çeşitli mekanizmalarla denetim dışı tutulan kamu
harcamaları Türkiye’yi sadece öngörülemez, itimat edilemez bir ülke haline
getiriyor. 40 senelik enflasyon belasını sona erdirdikten sonra tekrar çift
rakamlı enflasyon oranlarına geri dönüşümüz refahın topluma yayılmasını
önleyen, tehlikeli bir gelişme. Gördüğüm en büyük tehlike ise borçlanma. AK
Parti hükümetlerinin daha önce Türkiye’yi kurtardığı dövizle iç borçlanmanın
tekrar kaynak ihtiyacı için bir yol olması ileride büyük sorun olur. Ülkenin
bugünkü borçlanması yüksek maliyetlerle gerçekleşiyor. Bu da bahsettiğim
bozulmalar nedeniyle Türkiye’nin risk priminin yüksek olmasından kaynaklanıyor.
40 MİLYAR DOLAR
Türkiye’nin ortalama 40 milyar
Dolar döviz ihtiyacı olduğu söyleniyor. 50-55 milyar dolardan bahseden
iktisatçılar da var. Bu çok lüksek bir meblağ, nasıl sağlanır?
Bugün Türkiye’nin ciddi döviz ihtiyacı
olduğu açık bir gerçek. Türkiye gibi büyük bir ülkenin bu ihtiyacı bulmakta
zorlanmayacağı kanaatindeyim. Ama esas soru, bunu hangi maliyetle bulacağı.
Dünyada faizlerin sıfıra yakın olduğu bir dönemde Türkiye’nin çok yüksek maliyetle
bu ihtiyacını karşılayacak olması üzücü.
KÜRESEL VİRÜS
Ekonominin mevcut problemleri
üzerine bir de virüs krizi geldi. Virüsün etkileri neler?
Küreselleşmenin somut, vücut bulmuş halini
yaşıyoruz. Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan bir virüs kısa sürede dünyanın
her köşesine yayıldı. Virüs, 2008 finans krizini de gölgede bırakacak şekilde
1929’daki Büyük Buhran’dan sonraki en derin küresel ekonomik krize neden oldu.
Küresel tahminler her gün gözden geçiriliyor, her revizede rakamlar daha da
karamsarlaşıyor. Dünya ekonomisinin %5 küçüleceği, Avro bölgesinin %10’un
üzerinde daralacağı tahmin ediliyor. İhracatının %60’ını Avrupa’ya yapan bir
ülke olarak bizim açımızdan durum kötü. Dahası virüsün neden olduğu istihdam
krizine, hâlihazırda tecrübe edilen uzaktan ve esnek çalışmanın yaratacağı yeni
problemler ekleniyor. Bu durum nedeniyle en çok gençler sıkıntı çekecek. Zor
bir dönemden geçiyoruz ve buradan çıkış uzun vadeli planlama gerektiriyor.
MERKEZ BANKASI
Merkez Bankası’nın bağımsız olması
veya siyasi iradeye tabi olması, ekonomileri nasıl etkiler?
Merkez Bankası’nın (MB) temel görevi fiyat
istikrarını sağlamak ve enflasyon oluşumunu engellemektir. MB’nin bağımsızlığı
yasayla tevdi edilmiş bu temel görevini hakkıyla yerine getirebilmesi açısından
gerekli olan bir durumdur. Türkiye’nin geçmiş yıllarda bu gerçeği anlayabilmesi
için ağır faturalar ödemesi ve 2001 Krizi’ni yaşaması gerekmiştir. MB’nin
bağımsızlığı hükümetlerin temel ekonomik hedeflerine ulaşmasında engel teşkil
eden bir husus değil, bilakis hükümetlerin başarılarına katkı sağlayan bir
faktördür. Bu gerçeği AK Parti Hükümetlerinin elde ettiği ekonomik başarılarda
bizzat tecrübe etmiş bir kişi olarak dile getiriyorum. Para ve maliye
politikası denge ve uyum içerisinde uygulanırken Merkez Bankası’nın araç
bağımsızlığını özenle korumak gerekir. Eğer Merkez Bankası kullanacağı para
politikası araçlarını ve yöntemini siyasi otoritenin tasdiki olmadan
seçemiyorsa, bütçe açıklarını ve bütçe dışına çıkarılmış kamu kuruluşlarının
açıklarını karşılama görevini üstlenmişse, enflasyonu kontrol edebilmesi ve
ekonomi politikalarının uzun vadeli öngörülebilirliği sağlaması imkânsız hale
gelir. Fonksiyonel bağımsızlığı zaafa
uğratılmış Merkez Bankaları yasal görevlerini yapamaz hale getirilmiş olurlar
ve toplum eninde sonunda ağır bir maliyetle baş başa kalır. Unutmayalım ki
merkez bankalarının enflasyona fırsat vermeyen politikalarının siyasi primi
neticede hükümetlerin başarı hanesine yazılır.
Türkiye en az iki yıldır CB hükümet
sistemiyle idare ediliyor. Siz öteden beri parlamenter sistemi savunduğunuz.
Görüşlerinizde bir değişme oldu mu?
Hayır olmadı. Bu konudaki görüşlerim
biliniyor. Ben kuvvetler ayrılığına dayalı, her türlü vesayetten uzak, güçlü
bir parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu savunurum. Çünkü,
ülkemizde ideal demokratik hukuk devleti ancak böyle gerçekleşir. Bu da
sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın temel zeminidir.
BARIŞÇI DİPLOMASİ
Sizin Dışişleri Bakanlığı
tecrübeniz de oldu. Dış politika ile ekonomi arasındaki ilişki nasıl gözüküyor?
Hiçbir ülke çevresinden, dış dünyadan
izole bir şekilde tek başına kendi kendine yetecek şekilde ekonomik
kalkınmasını gerçekleştiremez. Ekonomik kalkınma için ticarete ve başta
komşular olmak üzere diğer ülkelerle ekonomik işbirliğine ihtiyaç vardır. Bunun
gerçekleşmesi için de öncelikle uluslararası barış ve istikrarın tesis edilmesi
gerekmektedir. Bu durum da ülkelerin izlediği dış politikayla doğrudan
alakalıdır. Yerli üretimin desteklenmesi ve geliştirilmesi elbette
amaçlanmalıdır ancak gümrük duvarlarını tek taraflı olarak yükseltmek bu amaca
hizmet etmez. Diplomasi yoluyla karşılıklı ekonomik çıkarlara hizmet edecek
şekilde ülkelerin kalkınmasına hizmet etme fırsatı ve imkanları sonuna kadar
kullanılmalıdır. Kapalı ekonomilerin derinliğini ve verimliliğini yitirdiği,
fakirleşme ve buhranlara yol açtığı tarihi tecrübelerle sabittir. Dünyanın
hangi bölgesinde barış, güvenlik ve istikrar sağlanmışsa orada ticaret,
ekonomik iş birliği ve refah yükselmiştir.
ÇIKIŞ YOLU?
Nasıl bir çıkış yolu
düşünüyorsunuz?
Kısa vadede yapılması gereken öncelikle
siyasi zihniyet olarak özgürlükçü bir yola girerek, yatırım ortamını
iyileştirip güven verecek politikaları kararlı bir şekilde uygulamaya
koymaktır. Uzun vadede ise Anayasa’dan başlayarak yüksek standartlı demokratik
hukuk devletini inşa edip, kurallar çerçevesinde işleyen serbest piyasa
ekonomisini gerçekleştirmek gerekir. ‘İyi yönetişim’in (good governance) bütün
unsurlarının uygulamasının yaratacağı iklim Türkiye’nin her alanda var olan
büyük potansiyelini harekete geçirecektir. Petrol ve gaz gibi doğal kaynakları
olmayan Türkiye için bu anlayışın uygulanması büyük enerji kaynağı olacaktır.
Türkiye’de insan kaynağı gıpta edilecek düzeydedir, kurumsal kapasitesi de
öyle. Bugünden yarına yapılabilecek en kolay iş üstün nitelikli insan kaynağını
ve kurumsal yapıyı tekrar etkin hale getirmek, özellikle orta ve üst kademe
bürokraside ehliyeti ve liyakati önde tutarak bürokratların devlet terbiyesi
ile tarafsız ve çok çalışmalarını temin etmektir. Bunu yaparken sistemik
açmazları giderecek, verimsizliğe ve israfa yol açan kısa yolları izale edecek
şekilde kamu yönetiminde yapısal reformları birer birer hayata geçirmek
kaçınılmazdır. Parti devleti mantığına yönelik eğilimleri besleyen mevcut
atmosferden acilen sıyrılmalı, siyasetin tüm halkımızın istekleri ile azami
ölçüde örtüşen, istikamet tayin eden, çözüm, refah ve mutluluk üreten yönü
temayüz ettirilmelidir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.