Bugünkü
Karar’da okumuşsunuzdur. Sayıları 197’ye çıkan üniversitelerimizde, özellikte
2016’dan sonra atanan rektörlerin önemli bir kısmı, bu kalite kaybının somut
örnekleridir. 72 rektörümüz bilimsel eser yazmak yerine günde 100 civarında
tvit yazmışlar! Bu tvitlerde “hükümete ya da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’a destek, bağlılık bildiren içerikler” dikkat çekiyor.
Bu
rektörlerin başarısı da düşük, çünkü motivasyonları akademik başarı değil,
siyaset!
Times
Higher Education’da araştırması yayımlanan Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Engin Karadağ, “Türkiye’de rektör olmak için akademik niteliğe bakılmıyor. Ama
Edirne’den çıktıktan sonra da kimse çoğunu tanımıyor” diyor.
‘AKADEMİNİN
DEĞERSİZLEŞMESİ’
Öteden
beri Türkiye ve İran’ın mukayesesine dikkat çekerim.
2002
yılında bilimsel yayın sıralamasında Türkiye 22. sırada, İran 41. sırada idi.
Epey öndeydik. Fakat İran 2011 yılında bize yetişti, 2018 yılında Türkiye 19.
sıraya çıkmıştı fakat İran 16. sıraya çıkarak üç basamak önümüze geçmişti. (SJR
Rankings)
O
zaman “üniversitelerimizin seviyesi vasat” diye yazdığımda YÖK Başkanı Sayın
Prof. Yekta Saraç “vasatın altında” demişti.
Sayın
Saraç, Meclis Eğitim Komisyonu’nda 13 Mart 2020’de yaptığı konuşmada
“entellektüel düzeyin zayıf” olduğunu söylüyor, sosyal bilimleri desteklemek
gerektiğini anlatıyor, “kuraklaşıyoruz” diyerek adeta feryad ediyordu.
Prof.
Saraç kaliteyi yükseltmek için uygulamalar getiriyor fakat politik tercihle
atanan rektörlerle bu mümkün olmuyor, en azından yeterli olmuyor.
Engin
Karadağ’ın araştırması, tvitlerinden siyaset ve sadakat kriteriyle atandıkları
anlaşılan rektörlerin başarısız, akademik değerlere önem veren rektörlerin
başarılı olduğunu anlatıyor.
Ne
rektörler gördük, sıralayacak değilim!
Prof.
Kemal Gözler’in “Akademinin değersizleşmesi” konulu akademik araştırmasını
önemle tavsiye ederim. Sınavlar kolaylaştırılarak, standartlar aşağı çekilerek
nasıl taze akademisyenlerle öğretim kadrolarının kabartıldığını anlatır.
(http://www.anayasa.gen.tr/degersizlesme.htm)
BİLİM
İNSANI ‘MEMUR’ MU?
Üniversiteler
üzerindeki siyasi baskı ve politik atamalar bilimde kalite gerilemesinin önemli
sebeplerinden biridir. Bazı üniversiteler yaptıkları akademik çalışmaları
yayımlamıyorlar, özet açıklamalarla geçiştiriyorlar; siyaseten çekindikleri
için.
Üniversite
hocalarını “devlet memuru” haline getiren, görüş açıklamalarını izne bağlayan
kanun, tarihe geçecek niteliktedir.
1933
kanununa benziyordu bu bakımdan!
Anayasa
Mahkemesi “üniversite bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bilimin öğretildiği
kurum olarak, bilimsel ve idari özerkliğe... diğer kamu kurumlarından farklı ve
daha güvenceli bir personel rejimine sahiptir” gerekçesiyle ve oybirliğiyle
iptal etti. (K: 2019/20)
AYM’ye
teşekkür fakat kanunun iptali, siyasi atmosferi değiştirmiyor. Sonuçlar ortada;
üniversite kan kaybediyor.
TEK
ÖLÇÜ LİYAKAT
Elimizde
tarih laboratuvarının verileri var. Değerli tarihçi Ahmet Yaşar Ocak, ulemanın
“devlet memuru” haline getirilerek “siyasi otoritenin emir ve denetimi altına
alınmasının” sonuçlarını şöyle anlatır:
“Bu
süreç artık İslam dünyasında bilimin ve bilimsel düşüncenin amatör bilimsel amaçlar
için değil, devletin menfaatleri, siyasi çıkarları, otoritesinin
sağlamlaştırılıp meşrulaştırılması yahut resmi ideolojinin takviyesi için
üretilmesi anlamına geliyordu.” (Zındıklar ve Mülhitler, s.160)
Yani
duraklama, koşan dünyanın gerisinde kalma…
Bu
çağda hiç mi hiç olmaz.
İleri
teknoloji toplumu olamayız.
İşte
seçim meydanlarında coşkuyla ilan edilen “2023 Hedefleri”nin yarısını bile
tutturamıyoruz; virüs öncesinin verileriyle hem de.
Ekonomik
gelişme; belli bir eğitim ve üniversite düzeyiyle doğru orantılıdır. Petrol ve
doğal gaz satarak yerden servet yağdıramıyorsanız, “orta gelir tuzağı”nın
ötesine geçmenin tek yolu bilim ve teknolojidir; hukuk devleti içinde.
Bırakın,
üniversitede tek ölçü liyakat ve akademik etik olsun; siyaset karışmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.