…
Birtakım kurumların başına “İslam”
getirince onu İslamlaştırdığımızı mı düşünüyoruz yoksa!.. Mesela “İslam
Devleti”, “İslam Cumhuriyeti”, “İslam Ekonomisi”.. Dahası da var, “İslam
Birleşmiş Milletleri”, İslam NATO’su” gibi.
Oysa biz alemlere rahmet olarak gönderilen
bir Peygamberin ümmetiyiz. Herkes için doğru olanını yapmamız, söylememiz
gerekir. Çünkü bütün insanlığın hayrına olmayan bir teklif, bizim teklifimiz
olmamalı. Ve elbette her samimi Müslüman, her işini Allah’ın rızası
istikametinde yapmalı. “İslam” diye bir şeyi tasnif ettiğinizde, “Bu
Müslümanlara ait” bir alan diye, ötekileri dışlamış, hem de ötekilerin bize
yaklaşmasını engellemiş olmuyor muyuz?
Mesela bir Hristiyan İktisadı ya da
Yahudi, Budist İktisadı var mı?
…
Sahi, paranın yapısını, üretimini,
tedavülünü ve değerini sağlam bir kulpa bağlamadan, Enflasyonu tanımlamadan
Faizi nasıl tanımlayabiliriz. “Kaime”nin ikame edildiği değer meşru mu ki,
nihai kullanıcıya Faiz’den söz edebiliyoruz! Ha ederiz, konuşarak stres atarız.
İşin aslından uzaklaştıkça, vijdan’ımızı ve şuur altımızı bastırmak için bu iş
dilimize vurur. Konuşur dururuz. 6 ay bir güz gider, sonra bir arpa boyu bile
yol alamayız. Olsa olsa “…mış” gibi yaparız. Bizim dışımızdakilerin
yaptıklarını “İslam adına” tercüme eder, yola devam ederiz. Ve herkes eşzamanlı
bir yandan vijdanı’nı tatmin için bu kapıyı kullanır, Devletle işlerini çözmek
için kamu kapısını, iç piyasa için yerli
bir bankayı, milletlerarası işleri için yabancı bankayı kullanır. Zaten işin
sonunda hepsinin ipi içeride Merkez Bankalarının, onların da ipi “Reserve
Money”in patronu FED’e, LIBOR’a bağlıdır. Dünyadaki tüm paraların değeri ve
faizi Londra Para Borsasında şekillenir.
Bizim ilahiyatçılar enflasyondan,
iktisadçılarımız da Riba’dan anlamaz. Bizim Mali Müşavirler, kendi zekatlarını
hesaplayabilirler mi mesela!
Bakın “dil”imiz yok. Ne anlatılanı
anlayabiliriz ve ne de düşüncelerimizi, derdimizi anlatabiliriz. Bu işlerin, ne
terimlerini biliriz, ne de kavramlarını. İsimleri, sıfatları ne kadar
bildiğimiz de şüpheli. Ne doğru bir geçmiş bilgisine sahibiz, ne gelecek
tasavvuruna. Hani “kökü mazide olan ati” olacaktık! Bu işin Felsefesini,
Hukukunu, Ahlakını, Fıkhını bilmeden nasıl yol alabiliriz. Ortaya koyduğunuz
çözüm teklifini insanlara, dünyaya nasıl anlatacaksınız, onları ikna
edeceksiniz. Sual-i mukadderlere nasıl cevap vereceksiniz. Onları da dinlemeniz
gerekecek. Onların ihtiyaçlarına cevap verebilecek misiniz. Bu iş ile ilgili
“def-i mazarrat ve celb-i menafi” endişesini ve ihtiyacını karşılayacak
mısınız? Daha iktisadi, daha faydalı bir çözümü, daha kısa zamanda ötekilere
bir imkan olarak sunabilecek misiniz. Yoksa kendimize Müslüman mıyız?
Laf ile veriyoruz aleme binlerce nizamat
da, halimiz ortada, binlerce teseyyüb var hanemizde.
Dönüp dolaşıp yine aynı şeyi söyleyeceğim:
Kendimizi değiştirelim! Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki
hükmünü değiştirmeyecek. Unutmayalım ki, aklımız kadar iman edecek ve aklımız
kadar bir şeyler yapacağız. Allah’ın dini yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklar.
Ama bizim yaşadığımız din ve Müslümanların hali ortada! Dinimiz aklımızdan
fazla olamaz. Ancak elbette akıl da tek başına Hakikat’ın kaynağı ve ölçüsü
değil! Ve aklın gıdası ise bilgidir. Hakikat’ın ve gerçeğin bilgisi. O zaman
haydi, kainatı ve sorumluluklarımızı bize anlatan “oku” diye başlayan kitaba!
Ki kainatı da doğru okuyalım ve anlayabilelim.
Selâm ve dua ile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.