Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Hatem Ete “AK Parti’nin ikinci döneminde karşılaşılan
meydan okumalar Erdoğan ve AK Parti’nin siyasal önceliklerinde ve
politikalarında radikal bir dönüşüme yol açtı” diyor.
AK Parti yakında kuruluşunun on dokuzuncu,
iktidarının da on sekizinci yılını dolduracak. Bu süre boyunca, Türkiye öyle
radikal ve köklü bir değişim-dönüşüm sürecinden geçti ki, 20 yıl önceki
analizlerle bugünü, bugünkü perspektifle de 20 yıl önceki gelişmeleri
açıklamaya çalışmak anlamsızlaştı.
Buna rağmen akademide, medyada ve/ya
düşünce dünyasında bugünkü fotoğrafı merkeze alan statik bir okuma daha çok
rağbet görüyor. 15 Temmuz sonrasındaki gelişmelerin ortaya çıkardığı bilançonun
vahameti, çoğu kişi ve çevre için Erdoğan ve AK Parti’nin önceki dönemlerini
hatırlamayı gereksiz kılıyor.
Oysa, çoğu zaman, süreci hesaba katmadan
sonuca odaklanmak, “nasıl olduğu”nu göz ardı ederek “ne olduğu”na yoğunlaşmak
rahatlatıcı olsa da eksik ve/ya yanlış bir fotoğraf verir. Öte yandan sadece
sürece odaklanan, süreçle sonuç arasında zorunlu nedensellik ilişkisi kuran
okumalar da sonucun aklanmasına yol açabilir. Bu iki eksik okumanın
mahzurlarını gidermek için süreci hesaba katan, süreçle sonuç arasındaki
etkileşimi ve aktörlerin süreçlerle yüzleşme stratejilerini ihmal etmeyen,
genellemeler yerine dönemselleştirmelere yaslanan okumalara ihtiyaç var.
BİRİNCİ DÖNEM: DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM
AK Parti, siyasetin ve devletin Soğuk
Savaş sonrası dinamikleri doğru okumaması dolayısıyla Türkiye’nin siyasi ve
ekonomik olarak istikrarsızlaştığı bir dönemde, münhasıran dışlanan bir siyasi
hareketin ‘çıkış bulma’ arayışının sonucu olarak kuruldu. Kentli, eğitimli,
muhafazakâr orta sınıfların taleplerini taşıyabilecek siyasi dil ve vizyon
üretmekte zorlanan Milli Görüş geleneği, toplumun refah arzusunu demokrasi
talebiyle telif edemeyen merkez sağ gelenek ve toplumsal dinamikleri bastırarak
siyasal statükoyu koruyabileceğini zanneden devlet arasında sıkışan toplumsal
kesimler, kuruluşundan 14 ay sonra gerçekleşen ilk genel seçimlerde AK Parti’yi
tek başına iktidara getirdi.
Çevreyi kültürel bir muhalefet dili ve
ekonomik kalkınma üzerinden merkeze taşımayı hedefleyen merkez sağ partilerden
farklı olarak, kararlı ve iddialı bir siyasi misyonla merkezi dönüştürmeyi
hedefleyen AK Parti kuruluşunda da, iktidarında da güçlü dirençlerle ve sarsıcı
pek çok krizle yüzleşmek durumunda kaldı.
AK Parti, muhtıradan parti kapatma
davasına, karşılaştığı direnç ve krizleri rasyonel yönetim, AB sürecine
eklemlediği demokratik reformlar, geniş toplumsal mutabakat, uluslararası
işbirliği ve ekonomik kalkınma üzerinden aşmayı başardı.
Cumhuriyet tarihinin en kararlı ve
kapsamlı demokratikleşme adımlarının atıldığı bu dönemde, vesayet sistemini
ayakta tutan bütün kurum, aktör ve zihniyetler değişmeye zorlanıp sistem
içindeki ağırlıklarını yitirdiler. Siyasal statükoyu besleyen tehdit
konseptleri rafa kaldırıldı, siyaset daha önce ordu ve yargıya tevdi edilen
birçok siyasi başlığı uhdesine alarak “açılım” süreçlerini başlattı. O güne
kadar tabu kabul edilen pek çok siyasi başlık sansürsüz bir şekilde konuşulmaya
başlandı.
12 Eylül Referandumu ve 12 Haziran
seçimleri AK Parti’nin ilk dönemini sonlandırdı. İkinci dönemin en önemli
gündemi vesayet-sonrası Türkiye’nin siyasal koordinatlarını çizmekti. Yeni
Anayasa yazımı çalışmalarıyla başlayan dönem, siyasal normalleşmeyi
kurumsallaştırmak üzere vesayet sonrası demokratik bir siyasal sistem inşa
etmeyi hedefliyordu.
İKİNCİ DÖNEM: YOL AYIRIMI
Vesayet-sonrası dönemin siyasal çatısını
kurmaya yönelik çalışmalar, dört dinamiğin siyaseti derinden etkilemesiyle,
yerini arayışı rafa kaldıracak çetin iktidar mücadelelerine bıraktı. Gerek bu
dört dinamiğin siyaset ve toplum üzerindeki etkileri, gerekse Erdoğan ve AK
Parti’nin bu dört dinamiğin ürettiği krizlerle mücadele stratejisi, AK Parti’yi
de Türkiye’yi de öngörülmeyen bambaşka bir yöne savurdu.
Türkiye’nin vesayet sonrası sistem
arayışlarını etkileyen ilk dinamik, Arap Baharı oldu. AK Parti Arap
dünyasındaki gösterileri kendi tecrübesiyle ilişkilendirerek destekledi.
Devrilen rejimlerden sonra İhvan (Mısır) ve Nahda (Tunus) gibi İslami
hareketlerin iktidara gelmesi, Körfez ülkeleri ve bazı küresel aktörler
nezdinde, gösterileri İslamcılık parantezine hapsetti. Kurulan Arap Baharı
karşıtı blok üzerinden, Mısır’da kısa süreli demokratik rejim darbeyle devrilip
askeri rejime geri çevrilirken, Libya, Yemen ve Suriye’deki protestolar iç
savaşa dönüştü(rüldü).
Bu dinamik Türkiye’yi özellikle iki
şekilde derinden etkiledi. İlk olarak, uluslararası siyaset, medya ve düşünce
çevrelerinde Erdoğan ve AK Parti iktidarı, İhvan’ı ve IŞİD’i destekleyen
“İslamcı” aktör ve yapı olarak kodlandı. İkinci yansıma, Suriye’deki
gelişmelerin Kürt sorununu dönüştürmesi üzerinden yaşandı. PYD’nin güçlenmesi,
Türkiye’nin Suriye politikasını, Çözüm Süreci’nin akıbetini ve genel anlamda
Türkiye’nin Kürt politikasını derinden etkiledi.
Vesayet sonrası dönemin ikinci meydan
okuması, Fethullahçı yapının 2012’den itibaren siyasal sistemi kökten sarsacak
faaliyetleri oldu. 1970’lerin sonlarından itibaren ordu, emniyet ve yargı başta
olmak üzere bürokratik kurumlara sızan FETÖ, 2007-2012 arası dönemde vesayetle
mücadele doğrultusunda açılan fırsatları da kullanarak gücünü tahkim etti ve
hükümete siyaset dayatmaya (7 Şubat 2012), hükümet düşürmeye (17/25 Aralık
2013) ve doğrudan askeri darbe yapmaya (15 Temmuz 2016) kalkıştı. FETÖ’nün
cüretle hayata geçirdiği operasyonların tahrip edici etkisi, toplumun ve
siyasetin psikolojisini derinden etkiledi. FETÖ ve FETÖ ile mücadele süreci
Erdoğan’ı da siyaseti de yapısal olarak dönüştürdü.
Üçüncü meydan okuma Gezi eylemleri oldu.
Erdoğan ve AK Parti, eylemleri demokratikleşme reformlarıyla ayrıcalıklarını
yitiren kesimlerin kalkışması olarak okudu. Mursi’ye karşı düzenlenip Sisi’nin
darbe yapmasıyla sonuçlanan 2012-2013’teki Mısır-Tahrir Meydanı gösterileri ile
birkaç ay sonra gerçekleşen 17-25 Aralık operasyonları da retrospektif bir
okumayla bu yargıyı besledi.
Vesayet sonrası siyasal sistem
arayışlarına sekte vuran bir diğer unsur, Oslo (2005), Açılım (2009) ve Çözüm
Süreçleri (2013) üzerinden silah bırak(tır)maya zorlanan PKK’nın yukarıdaki her
üç dinamiğin de etkisiyle iktidarın zayıfladığını varsayarak terör eylemlerine
yeniden başlaması oldu. PKK’nın Temmuz 2015’te 10’a yakın kent ve ilçe
merkezinde kazdığı hendekler, 1 yıla yakın sürecek yoğun bir çatışma dönemini
başlattı. Çözüm Süreci’nin başarıya ulaşmayarak daha önce görülmedik bir
çatışma frekansıyla neticelenmesi, siyasi söylem ve politikaları kökten
değiştirdi.
2011 sonrasında, birbirleriyle etkileşim
kurarak hayata geçen bu dinamikler siyasetin gündem ve önceliklerini de,
siyasal iklim ve psikolojiyi de, toplumun siyasetten beklentilerini de yapısal
olarak etkiledi. Erdoğan ve AK Parti, bu gelişmeleri, doğrudan varlıklarını ve
siyasi misyonlarını hedef alan çok ciddi meydan okumalar olarak gördü. Vesayet
sonrası siyasal sistemi inşa etme misyonu yerini iktidarı korumaya bıraktı.
2010 öncesindeki krizleri demokratik bir
vizyon, ortak akıl ve geniş toplumsal destek üzerinden aşan AK Parti, ikinci
dönemindeki krizleri içe kapanarak, kurumsal mekanizmaları ve ortak aklı
devreden çıkartıp Erdoğan etrafında kenetlenerek aşmayı tercih etti.
Bu dört dinamiğin nasıl yönetileceği ve
meydan okumaların nasıl bertaraf edileceği ile ilgili tarz ve görüş
farklılıkları Erdoğan ve AK Parti lider kadrosundaki bazı isimler arasında
gerilimlere ve sonrasında partiden kopuşlara yol açtı. Buradaki en kritik
ayrışma, Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra AK Parti Genel Başkanlığı’nı
üstlenen Ahmet Davutoğlu’nun Mayıs 2016’da görevi bırakmaya zorlanmasıyla
yaşandı.
Erdoğan-Davutoğlu şahsında somutlaşan
gerilim hem siyasal öncelikler ve yönetim tarzı
hem de AK Parti’nin kurumsal kimliği ile ilgili vizyon ve görüş
farklılığının yansımasıydı. Siyasal sistem, siyasi etik, şeffaflık, yolsuzlukla
mücadele, tutuksuz yargılama ve AB ile ilişkiler gibi başlıklarda yaşanan görüş
farklılığının yanı sıra AK Parti’nin kurumsallaşması, yolsuzluk ve yozlaşma
emarelerinden arındırılması gibi konularda da ayrışmalar yaşandı.
Bu ayrışmanın Davutoğlu’nun görevi
bırakmak zorunda kalmasıyla sonuçlanması, AK Parti’nin kurumsal varlığını,
devamını ve politika üretme fonksiyonunu zedelediği gibi, ülke yönetiminde de
kalıcı etkilere yol açtı. Davutoğlu dönemi, hem AK Parti’nin karar alma
süreçlerinde hem de devlet yönetiminde alternatif söylem ve politikaların
müzakere edilebildiği son dönemi temsil etti.
Sonuç olarak, ikinci dönemde karşılaşılan
meydan okumalar ve bu meydan okumalarla yüzleşmek üzere yapılan tercihler
Erdoğan ve AK Parti’nin siyasal önceliklerinde, kadrolarında, söylem ve
politikalarında radikal bir dönüşüme yol açtı.
Erdoğan ve AK Parti iktidarının üçüncü
dönemine dair değerlendirmelere yarın devam edelim....
KİMDİR?
Lisans, yüksek lisans ve doktora
öğrenimini ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yapan Hatem Ete, 2007-2008’de doktora
araştırma bursuyla Columbia Üniversitesi’nde bulundu. 2008-2014 arasında
SETA’da Siyaset Araştırmaları Direktörlüğü, 2014-2017 arasında da Başbakan
Başmüşavirliği yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde
Öğretim Üyesi ve Ankara Enstitüsü’nde Araştırma Direktörü olarak görev yapıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.