Pusulardayız. Herkes kendi
pususunda karşı pusudaki yanlış bir hamle yapsın da işini bitirelim çabasında.
Biraz dinleyebilsek, belki
kendimiz için de ülke için de nefes alacak bir pencere açılacak. Ama sanki
kendi irademiz dışında oluşan bir cenderenin mahkûmuyuz.
Birkaç örnek vereyim:
-Cumhurbaşkanı kıdem
tazminatı konusunu görüşeceği toplantıya Türkiye’nin üç büyük işçi kuruluşundan
biri olan DİSK’i çağırmıyor. “Acaba onlar ne diyecek?” diye merak etmiyor mu
yoksa “Onlar ne söylerse söylesin biz bizim meşrulaştırdıklarımızla karar alır,
uygularız, onlar da kıvranıp dursun” mu diyor?
-Cumhurbaşkanı Cumhur
İttifakı ortağı Devlet Bahçeli ile görüşüyor. İyi. Ülke meselelerini ele
alıyor. İyi. Ama muhalefet partileri ile görüşme gereği duymuyor. Hele
muhalefet partilerinden birisi ile aynı ortamda nefes almayı bile kabul
etmiyor. HDP 6 milyon oyu ile sanki yok farz ediliyor. Nedir buradaki mantık?
“Cumhurbaşkanı” sıfatıyla bir toplum kesimini dışlıyor gözükmek, hangi devlet
çıkarının gereğidir?
-Medyada birilerini ipe
çekiyoruz, ama ona “Son sözün ne?” sorusunu sorma gereği duymuyor, cevabını
verme imkânı tanımıyoruz. Herkes herkesi bulduğu her ortamda yok etme
çabasında. Ne de olsa hazır “yok etme gerekçelerimiz” var.
-Yeni siyasi parti
oluşumlarının tamamı dün “kaybolan iletişim zeminleri”nin ürünü. Birlikte yola
çıkmışsınız, birlikte uzun müddet yol yürümüşsünüz ama bir gün başka diller
konuşuluyormuşçasına iletişim kopmuş. Şimdi yeni partilerin siyaset dilinin bir
bölümü o kopuşun hikayelerinden oluşuyor. İşin garibi, oralarda aynı hikayeler
başka kişilikler üzerinden yeniden – yeniden yaşanıyor.
-Dinlemek, diyorum ya.
Yeni partiler adına kimi çalışmalar yapılıyor. Ekonomi, işsizlik, gençler,
tarım vs. alanında. Bunları kamuoyu ile paylaşıyorlar da. “Muhalefet
partisisiniz, bunları kamuoyuna sununca iktidar tarafından faydalanılacağını
düşünmüyor musunuz? Ne de olsa daha seçime üç yıl var” sorusu karşısında “Keşke
alıp uygulasalar. Ülke kazanır, ama alıp uygulama potansiyeli görmüyoruz”
diyorlar. Böyle bir Babil Kulesi sendromu yaşıyor ülke.
-Karar tv ekranlarında
mülakatlar yapıyoruz. Dün Osman Can ile konuştuk. Bir zamanların özgürlükçü
raporlarıyla tanınan Anayasa Mahkemesi raportörü, sonra Ak Parti milletvekili,
Ak Parti’ye anayasa taslakları sunan isim. Sonra Ak Parti’den ayrıldı. Bize
konuştu, daha önce başka ortamlara mülakatlar verdi. Belli ki çok şey söylemiş
Ak Parti’de iken de. “Ak Parti olağanüstülük psikolojisine, lider kültüne
teslim oldu, hızla içine kapandı, komplolara sarıldı” diyor mesela. “Devlet
aklı yok edildi, devlet aygıtı irrasyonelleştirildi” diyor. “Ortaya askeri
vesayet döneminden bile daha sağlıksız yapı çıkacağını” söylüyor. “Meclis
işlevini kaybetmiş durumda” diyor. “Ohal kaldırılsa bile Ohal şartları
değişmeyecek çünkü başkanlık sistemi ona imkân veriyor” diyor. Bunların her
biri sistem planındaki sancıların tespiti. Bir dinleyen bulunamadığı için
Türkiye bugün söz konusu problemlerle boğuşuyor.
-Olay sadece iktidar
partisi için sorun değil elbette. Mesela HDP ne kadar dinliyor söylenenleri
yazılanları. İçerde söylenenleri ne kadar dinliyor, dışarda söylenenleri ne
kadar dinliyor? “Dışlanma” evet, bu kabul edilemez bir şey. Ama sanki
“Dışlanma”nın da bir rantı varmış gibi davranıldığı olmuyor mu? Bir kamp
dışlayarak siyasi rant devşiriyor, bir kamp dışlanarak dense yanlış mı
olur? Ve bu, ülkenin çok çok geniş
topluluklarına bedel ödetiyor.
-Yazılarımız var,
gördüklerimizi, düşündüklerimizi yazıyoruz. Siyasi çıkarımız yok, hiç kimseye
yandaşlığımız yok, kategorik karşıtlığımız yok, memleket için doğru bildiğimiz
şeyleri ifade etmeye çalışıyoruz, ama “Dinleme” problemi burada da devreye
giriyor. Yazılanlar dikkatli okunsa, ifade edilen görüşlerin altı çizilse,
raporlandırılsa, bir heyet tarafından değerlendirilse, haklı bulunanlar kendi
kendini restore etmek için gündeme alınsa…
Olması gereken bu değil mi?
Ama öyle olmuyor. İnsanlar dost – düşman, hasım - yandaş biçiminde kategorize
ediliyor, tüm yazılanlar da o giyotinin içine atılıp yok ediliyor. Yandaşsanız,
dostsanız zaten öyle yazacaksınız, hasım ya da düşmansanız zaten öyle
yazacaksınız. Muhteva yok oluyor.
Dinleyen kazanacak.
Cumhurbaşkanı da dinlediğinde kazanacak, diğer siyasi partiler de
dinlediklerinde kazanacaklar. Aile içinde iletişim sağlıklı olduğunda anne -
baba – evlat herkes kazanacak. Türkiye de insanların birbirini dinleme
terbiyesi edindiğinde kazanacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.