Ayasofya müzesinin tekrar ibadete açılması
konusu gündemdeyken, şu "ibadet" denilen kavram üzerine, bir felsefe
hocası olarak, bir kaç söz edeyim dedim.
Ayasofya müzesinin tekrar ibadete açılması
konusu gündemdeyken, şu "ibadet" denilen kavram üzerine, bir felsefe
hocası olarak, bir kaç söz edeyim dedim.
İbadet kelimesi Arapçada,
"ayn-ba-dal" kökünden, fiil olarak "kul olmak, kulluk
yapmak" anlamına gelir. Bu kökten gelen, isim hali olan "abd"
kelimesi ise, kul ve köle anlamında kullanılır. Aynı kökten üretilen
"ibadet, ubudiyet", yani "kulluk ve kölelik" kelimeleri de
türetilmiştir.
Şimdi, buna göre ibadet eden, kendisini
önce köle olarak kabul ediyor, sonra kendince, bunun gereği olarak bazı
ritüelleri icra ediyor. Bundan da o kadar hoşnut oluyor ki, kölelik misyonumu
yerine getirdim, umarım efendim benden memnun kalmıştır hissine kapılıyor ve
bir şekilde mutlu oluyor. Ancak buradaki efendi, fani bir varlık olan insan
değil, tüm evrenin yaratıcısı Tanrı'dır. Bu Tanrı'ya, İslam dininde Arapçadan
gelen el-ilah=Al-Lah denilmektedir.
Şu soruyu sorabiliriz: Bir insan için kulluk/kölelik iyi değildir. İnsan
haysiyetiyle bağdaşmaz. Benzer bir kölelik Tanrı'ya yapılırsa, aynı hükme tabi olmaz mı?
Tabi denilecek ki, bu kölelik o kölelik
değildir. Burda "efendi/master" yüce Kudrettir.
Ama bir de şu var: köleye saygı duyulmaz.
Kıymet de verilmez. Nitekim İslam dininde kölelerin hukuku ayrıdır. Bir alt
kategoride muamele görürler. Melekleri bile Adem'e secdeye mahkum eden Yüce
Kudret, insana neden kölelik misyonu biçsin? Hem köle olarak doğan bir abd,
nasıl yüce hasletler edinsin? Yüksekteki bir gücün esiri olduğunu kabullenen
bir insan, ancak özgürlükten doğabilecek olan şerefli eylemleri icra edebilir
mi?
Ayrıca inançlının, ibadet olarak icra
ettiği eylemlerin hiç birine Tanrı'nın ihtiyacı yoktur. Olmadığını, ibadet
edenin kendisi de, biliyor ve söylüyor. Peki inançlının kendisine bir faydası
var mı? Ne faydasının olduğunu bize net söyleyebilir mi? Söyleyemez. Belki bazı
nimetlerden, İlahi jestlerden söz edebilir. Ancak benzer nimetleri, hatta bazen
daha büyüklerini, O'na ibadet etmeyene, O'nu inkar edene de lütfediyor. Bu
durum, ibadet edenin kafasını çok karıştıran bir hadisedir. Bu anlamsızlıktan
kurtulmak için, çoğu zaman, ödülünü ölümden sonraya bırakır.
Bir de farzedelim ki, Tanrı bizi bir amaç
için yaratmış. Bu amaç neden kölelik olsun?İnsanlar, hür ve bağımsız, bilinç ve
akıl sahibi canlılar olarak daha şerefli ve erdemli icraatlar ortaya koyamazlar
mı? Ahlaki erdemler, bilimsel ve sanatsal başarılar, keşifler icra edemezlerler
mi? Ruhuna kölelik sinmiş bir insan, bunları yapabilir mi?
Biz anne ve babalar olarak, çocuklarımızın
yaşamları boyunca, bizim talimatlarımızla hareket etmelerini ister miyiz?
Yoksa, özgür bireyler olarak,
kendilerini yönetmelerini mi isteriz?
Tanrı'nın biz insanları köle yaratıklar
olarak değil de, akıl sahibi özgür bireyler olarak yaratmış olması, O'nun
şanına asıl yakışan değil mi?
Bilindiği gibi, Orta Çağ boyunca kölelik
kurumu vardı. 19. Asrın ortalarına kadar devam etti. Köle insanların ne tür
acılar ve mahrumiyetler yaşadılığını, insanlık tarihinden öğreniyoruz. Şunu da
biliyoruz ki, köle olanın en büyük amacı ve misyonu, kölelikten kurtulmak, azad
edilmek olmuştur. Tanrıyı temsil ettiğini iddia eden efendiden (mesela,
Kiliseden) bir nebze kurtulmuştur. Ama gökteki efendiden ne zaman kurtulacak? Gök Tanrı'sı onu azad edecek mi?
Etmeyecektir! Çünkü, köleliği, kölenin bizzat kendisi ihdas etmiştir. Bu büyük
günahı kendisi işlemiştir. Özgürlüğe kavuştuğu gün, kurtulmuş olacaktır. Belki
o zaman, inandığı Yaratıcısına yaklaşmış olacaktır.
Son söz olarak, bu kısa makalemi,
Tanrı'nın varlığına inanmış olan, büyük filozof Immanuel Kant'ın şu
cümleleriyle bitirmek istiyorum: (mealen) Biz insanların, Tanrı'ya karşı
doğrudan, bir görevi yoktur. Diğer insanlara karşı ahlaki sorumluluğumuz,
Tanrı'ya karşı görevimiz demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.