Aynı günlere denk gelen iki olay, bir toplumsal yarayı sembolleştirme açısından titizlikle ele alınmayı hak ediyor. İki olay şu:
Üç Ak Parti milletvekili hem bedelli
askerlik yapmış hem de milletvekilliği maaşı almış. Bu hukuksuz bir uygulama.
Hukuksuzluğu bilinerek yapılan bir uygulama. Ama hukuksuzluğa yönelik bir “meşrulaştırma”
mekanizması var ki, bu da son dönemin -ya da genelde insanoğlunun- içini
rahatlatma aracı olarak devreye sokuluyor. “Tamam aldık ama ne yaptık bir
sorun bakalım. Biz o paraları TSK Güçlendirme Vakfı’na bağışladık.” Ne
oldu, bir hukuksuzluk icra edildi ama vicdanlar yıkandı.
Benzeri bir işlemin kimi bürokratların
devletteki görevleri sebebiyle aldıkları maaş dışında kimi yönetim
kurullarındaki temsilleri sebebiyle aldıkları huzur hakkında da gerçekleştiği
açıklandı bu ara. Evet, sevgili bürokratımız yönetim kurulundaki temsilden bir
ücret almıştı almasına ama bunu “Hayır işlerinde kullanmıştı.”
Bu bir savunma dili. Belli ki kamuoyunda
bu işte bir ahlaki sorun var kanaati uyanmasından endişe ediliyor. Belli ki
insanlar hele şu salgın döneminde işsizlikten, ya da işyerinin çalışamıyor
olmasından dolayı kıvranırken, evine ekmek götürme güçlüğü yaşarken, böyle
ballı maaşlar alınmasının doğuracağı rahatsızlıktan endişe ediliyor.
Bir şey daha var, “meşruiyyet
mekanizması”nı işletirken devreye sokulan “hayır işleri” gibi bir
dil, “Din dili”nin istismarı gibi bir çirkinliği daha ortaya çıkarıyor.
Ve sonuçta “Bunlar malı götürürler, işi kamufle etmek için de bir hayır
işleri kılıfı uydururlar” gibi bir ahlaki zaaf tüm camianın sırtına
yükleniyor. Ondan da gelsin “Gençlerin dine yönelik sorgulamaları.”
İşin daha vahim tarafı var. Burada gündeme
gelen rakamlar, evet, asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu bir ülkede
gene de insanların öfkesini çekecek boyutta ama, diyelim milyarlık ihalelerde
böyle bir mekanizma işliyorsa, yani “Sana şu ballı ihaleyi verelim, şu
arsanın emsalini şu kadar artıralım, şu arsaya inşaat izni verelim, şu yapının
kuralsızlığını görmezden gelelim, ama sen de şu vakfa şu binayı yap, şu vakfa
şu kadar öğrenci bursu ver, şuraya şu camiyi yap” gibi al-verler devreye
giriyorsa, yani toplumun kul hakkından birilerine rant aktarıyor ve cami
yaptırarak bu rantın “iç acısı” giderilmeye çalışılıyorsa, burada dinin de
kullanıldığı çok kötü bir işlem vardır, hele bu işlemin başındakiler
başkalarına kazandırırken kendilerine de aldıkları payı, “hayır işleri”
ile kamufle ediyorlarsa, ahlaksızlık içinde ahlaksızlığa imza atıyorlar
demektir.
Bu iş hayır işlerinden istifade
eden vakıf, cemaat şu bu yapılara da hayır getirmez. Çünkü bir yerden bir yere
aktarılan rantlar, toplumun bir kesiminin cebinden alınıp öteki kesiminin
cebine konuyordur. Yani orada gizli bir haram düzeni işliyordur. Böyle yapılan
camilerde niye cemaat yok sorusunun cevabını arayanlar, biraz buna da
bakmalılar.
Bu tür işlemlere, “Haramla hayır olmaz”
diyerek en çok da dini hizmette bulunduğunu düşünen yapılar itiraz etmeli. Ama
“Biz bu camiyi, halktan topladığımız üç – beş kuruşlarla yaptıramazdık, büyüklerimizden
Allah razı olsun, kaynağı belli olmasa da bu yüklü miktarı aktardılar da
minareyi yaptık, bu muhteşem mihrabı yerine yerleştirdik, bu okulu ayağa
kaldırdık, şu kadar öğrenciye burs verdik” diye bir iç mekanizma
işletiyorsak sisteme su taşıyoruz demektir. Buna “yazık” demek bile az
gelir.
Ne demiş şair: “Bizi bu havalar
mahvetti!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.