İlahiyat Dekanlar Konseyi’nin yaptığı toplantıda birçok husus müzakere edildi. Çok eleştirilebilecek şeyler de söylendi, çok tutarlı şeyler de. Ancak sonuç bildirgesi, adeta siz boşuna konuşuyorsunuz, bizim dediğimiz olur cinsindendi. Tamamen yuvarlak sözler ve merdiven altı yapıların, hem de üç ayrı madde halinde, meşru kılınması çabası ve hatta “İlahiyatlar dini anlamada ve yorumlamada tekel değildir” denilmesi ise oldukça manidardır. Halbuki tekel olma iddiası ilmin özüne aykırıdır. Hiçbir aklı başında ilim sahibi İlahiyatçı tekelciliği savunmaz.
Tekel olma iddiası dini grupların
iddiasıdır. Üstelik, devletin tanıdığı yüksek din eğitimi veren kurumlar
İlahiyat Fakülteleridir. Medreseler, bırakın Cumhuriyet’i Osmanlı son döneminde
aslında manen kapatılmıştır. Bugün medrese diye adlandırılan yerlerde yapılan
eğitim, sivil bir toplum kuruluşunun, kanunlar çerçevesinde, halka dini hizmet
verme çabasından başka bir şey değildir. Elbette bu, engellenemez. Ama son
yıllarda yapılanlar buraların paralel İlahiyatlar haline getirilip verilen
sözde icazetlerin devlet tarafından tanınmasının teklifi noktasına kadar
getirilmiştir.
Konseyin sonuç bildirgesini hazırlayanların
veya Türkiye’deki bazı İlahiyatçıların üniversite, fakülte ve klasik medrese
kavramlarından haberleri yoktur. İlahiyat Fakülteleri Hristiyan ülkelerdeki
gibi teoloji fakülteleri değildir. İlahiyatlarda temel çıkış noktası
metafiziktir, yani evrensel külli ilkeleri ve hakikatleri yakalama çabasıdır.
İlahiyatlarda bütün ilimler bu eksende yapılır. Tarihte bunu en iyi yapanlar da
Müslüman düşünürlerdir. Bunu yapmadan evrensel bir İslam İlahiyatı asla
oluşturamazsınız.
Sonuç bildirgesinde vehmedildiği gibi
ortada suni bir atmosfer veya çatışma algısı yoktur. Açıkça dini grupların
İlahiyatları ele geçirme ve dönüştürme yönünde bir gayreti vardır. Bunun için
de İlahiyatlara karşı devamlı olumsuz propaganda yapmakta ve
itibarsızlaştırmaktadırlar. Tarih boyu var olan tekke medrese çatışması bugün
dini gruplarla İmam-Hatip ve İlahiyatlar arasındaki çatışmaya dönüşmüştür.
Çatışma zannedildiği gibi iki taraflı değildir. Tek taraflı bir saldırıdır.
Sonuç bildirgesi, televizyonlarda, sanal medyada İmam-Hatip ve İlahiyatlar
aleyhine bas bas bağıran dini grupların temsilcilerini ve hemen her şehirde
bunların yanında kurulan paralel sözde medreseleri görmezden gelmektedir.
Sonuç bildirgesinin her fikrin kamuya
açılmaması gerektiğini söylemesi ise anlamsız ve gereksiz bir açıklamadır.
Piyasada birçok dini grubun sözde tasavvuf adına cahil halka kendi neşirleriyle
veya radyo ve televizyonlarından neler anlattıkları herkese malum iken, işi
inceleme ve araştırma olan ve ulaştığı sonuçları ilmi çevrelerde paylaşan İlahiyatçıların,
bilgi ötesi bir çağda, fikirlerinin saklı olmasını istemek ve hatta komik bir
şekilde huzur sohbetlerini örnek vermek tamamen mantıksal bir safsata ve
hayatın gerçeklerinden uzaklaşıp kafayı kuma gömmektir.
Sonuç bildirgesinde ilmi hürriyet ve müsamahadan
bahsedip arkasından “Ancak bu şekilde bir müsamaha, her görüşün doğruluğu ve
kabul edilir olduğu anlamına gelmez” demek, açıkça, “biz böyle demişsek
de gerçekte öyle bir ilmi hürriyetiniz yok” demektir.
Sonuç Bildirgesi, en güzel sunumu yapan İlyas
Çelebi’nin İlahiyat programlarının bir medeniyet projesi olduğu şeklindeki
haklı tezini ve sunumlarda en çok üzerinde durulan İlahiyatların neden
isimlerinin değiştirildiği, durup dururken neden ikilik yaratıldığı ve
programlarının, anabilim dallarının neden daraltıldığı meselelerini ise göz
ardı etmiştir. Ne diyelim, Türkiye, İlahiyat alanındaki kazanımlarını adım adım
kaybediyor. Biz de seyrediyoruz. Filmin sonunda; komedi mi, fantastik kurgu mu,
trajedi mi olduğunu hep birlikte iliklerimize kadar yaşayacağız.
İbrahim Maraş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.