Dindarların iktidarda olduğu bir dönemde dindarlık üzerine bina edilerek ortaya konan uygulamaları, davranışları, daha da vahim olanı din referanslı siyasal hokkabazlıkları gören insanların dindarlıklarından utanır hale geldiği günleri yaşıyoruz.
Kuşkusuz bu
yaşadığımız perişanlığın pek çok boyutu var, ama öncelikle dindarlık
bilincimizin neden dinin esasıyla arasındaki mesafenin bu kadar açıldığının
sorgulanması gerekiyor. Çünkü günümüz dindarlarının hayatını kuşatan ‘görsel
dindarlık’ anlayışı dinin esasını geri plana itmiş, meydan hurafeci,
üfürükçü, yolsuzluklara fetva uyduran hocalara kalmıştır.
Ne yazık ki
günümüzde İslam, dünyevileşmenin elinde oyuncak haline gelen bu tür dindar
geçinenlerin esiri durumundadır.
Ne zaman bir dindar
olarak bu yürek yakıcı halimizle yüzleşmek durumunda kalsam, Ali Bardakoğlu
Hoca’nın “Yüzleşme” kitabındaki şu cümleyi tekrar tekrar okuma ihtiyacı
hissediyorum: “Zahiri dindarlaşma ile batıni dünyevileşmenin at başı
gittiği bir ortamda asıl hırpalanmanın Müslüman ruhunda, kimliğinde ve
bilincinde cereyan ettiğine, en çok da İslam’ın izzetinde büyük sarsıntılar
yaşandığına ortaklaşa şahit olmaktayız.”
Hemen her Müslüman
Hz. Peygamberin “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim”
ifadesini ezbere bilir. Ahlaki değerleri en güzel ve süslü cümlelerle ifade
etmeyi severiz ama o değerleri hayatımızın esası yapmaya nedense pek
yanaşmayız. Oysa biliyoruz ki bu davranış biçimi, İslam’a göre ikiyüzlülüktür.
Mesela din, hiç
kimsenin görmediği bir yerde bile şeffaf olmayı, dürüst olmayı ve Allah’a hesap
verebilir olmayı öğütler. Ancak kendilerini dinin sahibi, başkalarını da
neredeyse ‘din dışı’ gören günümüz dindarları ve buna ilaveten de din
fetvacıları muarızları olarak gördükleri farklı düşünce sahiplerinin,
kimliklerin, partilerin engellenmesi için ‘yalan’ söylemenin mubah
olduğunu söylemekte bir beis görmezler.
Mesela din
hakka-hukuka riayet etmeyi, adil olmayı, insanlara zulmetmemeyi öğütler. Ama
günümüzün dindarları “eski iktidarlar döneminde de yolsuzluk yok muydu”
diye adeta yolsuzluğa cevaz veren hocaların fetvalarıyla amel etmeyi dindarlık
olarak bellemekte bir beis görmezler.
Mesela din
şeffaflığı ve hesap verebilir olmayı öğütler. Ama günümüzün dindarları,
gözaltındaki genç kadınlara ‘çıplak arama’ yapıldığı iddiası karşısında
şeffaf bir şekilde araştırma yapılmasını değil, suskunluğu ya da inkar etmeyi
tercih ederler. Maalesef, fanatik laikliğin zirve yaptığı 28 Şubat döneminde
üniversite kapılarında kurulan “ikna odaları”nda genç kızların “başörtülerini
çıkardıklarında kendilerini çıplak hissettiklerini” söylediklerinde yüreği
sızlayan dindarların bugün ‘çıplak arama’ iddiaları karşısında
susmaları, gerçek anlamda dindarlığın en büyük yalnızlığıdır.
Mesela, Cabir b.
Abdullah Hz Peygamber zamanında yaşanan bir olayla ilgili şöyle bir nakilde
bulunuyor: Yanımızdan bir cenaze geçmişti. Resulullah hemen o cenaze için ayağa
kalktı. Biz de (ona uyarak) kendisi ile beraber ayağa kalktık ve:
“Ey Allah’ın
Resulü! Bu bir Yahudi kadınının cenazesidir.” dedik. Bunun üzerine Hz.
Peygamber: “Bu da bir insandır” cevabını verdi. (Müslim) Evet Hz.
Peygamber’in ölçüsü budur, ama günümüzün dindarları ve profesör ünvanlı bazı
ilahiyat hocaları, kendileriyle aynı görüşü paylaşmayan birileri için “cenazeleri
camiye alınmamalı” gibi açıklamalar yaparak dini de, dindarları da
utandırmaktan çekinmemektedirler.
Kur’an’da “Allah
size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor” (Nisâ, 58) denilerek açıkça
liyakat uyarısında bulunuluyor. Ama günümüz dindarları bırakın liyakati esas
almayı, sahte diplomalıların bile mevkilerle ve dört maaşla ödüllendirilmesini
zafer edasıyla savunabilmektedirler.
Dünyevi
iktidarları için dini araçsallaştırmaktan çekinmeyen ‘dindar etiketli’ bu
tamahkarlar keşke dini bu kadar yormasalar, dindarları yaralamaktan biraz olsun
edep etseler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.